Vakıf Mallarına El Uzatanlara Lânet

xxx43

Yakın tarihimizde muazzam miktarda vakıf taşınmazı yok olmuştur, yok edilmiştir. Hayır işleri için vakf edilmiş olan nice arazi kapanın elinde kalmıştır.

Dünya adaleti bunların hesabını sormamıştır, soramamıştır. Peki bu vakıf yağmasının ve soygununu dosyaları kapanmış mıdır?

Hayır!..

İlahî adalet bunların hesabını hem dünyada, hem âhiretteki Mahkeme-i Kübra'da soracaktır.

Vakfedilen malların vakfiyelerinde lanet şartı vardır. Mesela, Cennetmekan Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri, Ayasofya Cami-i Kebiri vakfiyesine "Benim bu camimin vakfını bozanların üzerine Allahın, insanların, meleklerin laneti olsun" mealinde bir cümle koydurtmuştur.

Bu lanet Türkiye'nin tepesinde, çürük bir ipe bağlanmış keskin bir kılıç gibi sallanmaktadır.

Vakıf lanetleri devleti, ülkeyi, halkı çepeçevre sarmıştır.

Yakın tarihimizde vakıflar hukuku ayaklar altına alınmıştır.

Camiler satılmıştır.

Mescitler satılmıştır.

Medreseler, taş mektepler, imaretler satılmıştır.

Nice hayrat vakfı yıkılmıştır.

On binlerce camimizdeki kıymetli eski antika halı ve kilimler yok edilmiştir.

Türbelerdeki bazı kıymetli eşya yok olmuştur.

Ok Meydanı'ndaki vakıf arazine ne oldu?

İstanbul vilayet binası yakınındaki Gümüşhânevî dergâhı (Fatma Sultan Camii) hiç gerekmediği halde yıktırılmıştır.

Yeri boş duruyor, Karaköy'de, Sultan Abdülhamid Han'ın ser-mimarı Raimondo d'Aranco'ya yaptırtmış olduğu caminin yerinde yeller esiyor.

Vakıf mallarına, vakıf arazilerine göz dikenler, dünyada rezil ve rüsvay olur.

Vakıf mallarından elde ettikleri servetler, zenginlikler onlara bela olur.

Lanetler peşlerini bırakmaz.

Lanetin ne korkunç bir şey olduğunu bilmeyenler, bilen hocalara sorsunlar.

(Bazı dostlarıma açık mektup: Vakıf mallarla ilgili haksızlıklara sakın göz yummayınız... Haksız muamelata sakın imza koymayınız... Haksızlıklara en uygun ve etkili şekilde engel olmaya çalışınız... Vakıf mallarına göz dikenlerin tekerlerine çomak sokunuz... Her hâl ü kârda Allahtan korkunuz... Vakfı mallarının yağmalanmasına göz yumarak kendinizi ateşe atmayınız... Selam ve hürmetlerimle...)
* (İkinci yazı)
Ezana Eza Veren Hoparlörler

Bundan on sene kadar evvel büyük bir şehrimize bir konuşma yapmak için çağırılmıştım. Belediye başkanı bir sohbet esnasında "Müftü efendi işi gücü bıraktı gece gündüz merkezî ezan için çırpınıp duruyor" demişti.

Merkezî ezan işi 28 Şubat postmodern darbesinin fitnelerindendir. Amaç, Diyanet'in müezzin kadrolarını azaltmaktı.

Camilerin her birinden ayrı ayrı ezanlar okunmayacak, merkezde bir yerde okunacak, kablo ile bütün camilerden duyulacaktı.

Böyle bir şey dinimizin ruhuna aykırıdır.

Memnuniyetle öğrendiğime göre merkezî ezan sisteminden vaz geçilmiş.

Müezzinlik (hakkı verildiği takdirde) çok büyük ve şerefli bir hizmettir.

Hazret-i Ömer Faruk "Müslümanların emîri olmasaydım, müezzinlik yapardım" buyurmuştur.

1400 yıllık İslamî/Nebevî gelenek bozulmamalı, her camide ayrı ayrı ezan okunmalıdır.

Merkezî ezan sistemine son verilmekle mesele halledilmiş olacak mıdır? Heyhat, olmayacaktır.

Başımızda sonuna kadar açılan hoparlör büyük belası vardır.

Şu yirmi milyonluk İstanbul'da (Benim bildiğim) müezzinin minareye çıkarak ezan okuduğu bir tek cami kalmıştır.

Akustik (sesbilim) denilen bir bilgi dalı vardır. Ezanlar 70, bilemediniz 80 desibelden yüksek sesle okunmamalıdır.

Günümüzde hoparlörlerden, yüz desibelin üzerinde bağırılarak ezan okunmaktadır ki, bu ses yüksekliği, hem mukaddes Ezan-ı Muhammediye, hem de kulaklara zarar vermektedir.

Birçok caminin içindeki ses düzeni de, facia derecesinde bozuktur.

Geçenlerde İstanbul sur içinde tarihî bir camiye sabah namazına gitmiştim. Cemaat sayısı on beşti. İmam Efendi farzı kıldırmak için mihraba geçti. Önünde sabit mikrofon var... Bunu yeterli görmedi. Yerden, maşayla tutturulan seyyar bir mikrofon aldı, yakasına taktı.

Hocanın kıraati güzeldi ama iki mikrofonlu yüksek ses yüzünden ibadetimizin bütün huşuu, huduu ve ruhaniyeti gitti.

Mahalle aralarında öyle camiler var ki, seher vakitlerinde hoparlörleri sonuna kadar açıyor ve şikayetlere sebebiyet veriyor.

Efendi!.. Sen hoparlörün sesini 110 desibelden 15o desibele çıkartsan bînamazlar yine kalkmayacak ve namaz kılmayacaktır.

Her işin bir kuralı, usûlü olduğu gibi ezanın da vardır. Bugün bir kısım Müslümanlar bu usul ve kuralları ayaklar altına almıştır.

Marifet ve keramet hoparlörü sonuna kadar açmak değil, Müslüman halka sabah namazı kıldırmak, erkeklerin camide cemaat olmalarını sağlamaktır.

Doğrusu, aşırı sesli hoparlörlerle ezana eza veren kimseleri çok ayıplıyor ve kınıyorum.
* (Üçüncü yazı)
İstanbul Elden Gitti

İstanbul'da huzur ve sükun içinde yaşamak çok zorlaştı, neredeyse imkansız hale geldi. Merhum Çelik Gülersoy, ölümünden birkaç sene önce Büyükada'ya nakl-i mekan etmişti. Orada hiç olmazsa otomobil yoktu.

Şehir çılgınca büyüyor.

Eskiden yaz gecelerinde balkon kapısını açtığım zaman salonuma mis gibi bir deniz havası gelirdi. Şimdi kebap ve şarap kokuları geliyor.

Saygısızlık, laubalilik, başıboşluk son haddinde... Bir ay kadar evvel gecenin birinde canhıraş bir oto alarmı çalmaya başladı, tam yarım saat sürdü.

Geçen yıl bütün yaz boyunca aşağıdaki canlı müzik mekanlarından, parasız kalmış Afrikalılara icra ettirilen sözde müzikleri dinlemek zorunda kaldım.

İstanbul halkı egzoz dumanı ve gazları soluyor. Halkın benzi soldu.

Sultanahmet'teki o şiir gibi iki canım Japon kiraz ağacı kesildikten sonra şehrin adam olacağına dair son ümitlerimi de yitirmiş bulunuyorum.

İstanbul'dan kaçabilecek durumda değilim. Yaşlanmışım, bütün eşim dostum bu şehirde. Tenha bir yere çekilsem çevresiz kalacağım. Bilmem ki ne yapsam?

Galiba yapacağım tek şey, İstanbul'u bu hale getirenlere beddua etmektir. Rant için, her sengi Âcem mülküne bedel olan şehr-i Stanbul'un canına okudular.