Uygar bir zeminde

xxx78

Düşünceler akıllara bir gelir, bir gider. Buna karşılık hemen hepsi ülkenin genel gidişiyle ilgili hiç aklımdan çıkmayan birkaç düşünce kırıntısı vardır. Yüksek Askeri Şura'da (YAŞ) yeni komuta kademesinin kesinleşmesi vesilesiyle bu tür düşüncelerden birini sizlerle de paylaşmak isterim: Türkiye'de asker-sivil ilişkileri sorunlu olmasaydı, acaba bu durumun ülkemiz üzerindeki etkileri ne olurdu?

Türkiye'de biri 'post-modern' olmak üzere dört askerî darbe yaşandı; sistemi kökünden sarsan bu darbelerin öncü ve artçı sarsıntılarını da aklımızda tutarsak Türkiye'nin 'sürekli siyasi depremler ülkesi' olduğunu hemen fark ederiz. Bazısında askerler ön planda olarak yönettiler ülkeyi, bazı darbelerde askerlerin arka-planda kalmaları yeterli oldu. Kapalı kapılar ardında mesaj alış-verişleriyle yaptıkları telkinleri de unutmamak gerekiyor.

Bizler bu durumun sivil siyasiler üzerinde bıraktığı etkilerden haberdarız. Ülke yönetimine talip olanların zihninde en fazla yer işgal eden 'askerle nasıl geçinileceği' sorusu oluyor. Halkın oyuyla iktidara gelen politikacının bir gözünü askerden ayırmaması gerekiyor. 'e-muhtıralar' çağında günün belli saatlerinde Genelkurmay internet sitesine göz atma zorunluluğu da günlük rutine eklendi.

Türkiye'nin bir parçası olduğu Batı bloğunda, asker-sivil gerginliği hiçbir zaman bizdeki kadar herkesi rahatsız edecek boyutlara ulaşmamıştır. Genelkurmay başkanları, kuvvet komutanları göreve gelir, kamuoyu isimlerini öğrenmeden görevden ayrılırlar... Atamalar sükûnet ve suhulet içerisinde gerçekleşir, o ülkelerde 'tık' çıkmaz. Birçok ülkede Genelkurmay Başkanının en kıdemli subay olması bile gerekmez. Sessizce gelir, sessizce görevlerini terk ederler...

Bizdeki gerginliğin temelinde asker ile sivilin birbirine kuşkuyla bakması yatıyor. Siviller, tabii erkek siviller, vatan görevi yapıyor ve hayatlarının bir dönemini üniformalı geçiriyorlar; askere karşı merak duygusu varsa o dönemde törpüleniyor. Buna karşılık, birlikte geçirilen dönem askerin sivile duyduğu kuşkuyu daha da koyulaştırıyor olmalı; rütbeler yükseldikçe sivile bakış daha da keskinleşiyor.

Ergenekon vesilesiyle ortalığa dökülen belgeler askerin duyduğu kuşkuların yoğunluğuna da işaret ediyor. Bilinen bir gerçek de şu: İki taraflı kuşkular ülkeye çok pahalıya mal oluyor.

Bu ayın sonunda görevini bırakacak Org. Yaşar Büyükanıt döneminde yaşadıklarımıza biraz yakından baktığımızda bu gerçeği daha iyi görebiliyoruz. Hâlâ görmeyenler şu soruya zihinlerinde cevap aramalılar: “Bu iki yıllık dönem bir kuşku ortamında yaşanmasaydı da, asker 'vatanı koruma' görevini en iyi biçimde yapmaya harcasaydı bütün enerjisini, siviller de kendi işlerine baksalardı, acaba bugün ne durumda olurduk?” Dış politikada, ulusal güvenlikte, ekonomik refahta daha ileri bir noktada olur muyduk?

“Olurduk” cevabı verenler şu sonucu da kabul edeceklerdir: Gerginlikten uzak bir ortamda kaydedilen başarılar askerin kendine güvenini artıracağı gibi, görevini en iyi biçimde yapmasına ve artan refahtan yararlanmasına da yarayacaktır.

Dünyanın her yerinde sivil dünyaya ve o dünyanın temsilcilerine 'farklı' bakar asker, bunu bir dereceye kadar doğal karşılamak gerekiyor. Yetişme tarzı, eğitimi, kendini görevine verişi farklı olacak elbette askerin; kendini siville mukayese ettiğinde mutluluğu gözünden okunacak. Tersi de mümkündür bu durumun. Ancak sivil veya asker, hiçbir kesim kendini diğerinden daha vatansever saymayacak.

YAŞ toplantısının en elle tutulur sonucu, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. İlker Başbuğ'un beklendiği üzere Genelkurmay Başkanı olarak atanması; bir diğer sonuç da YAŞ kararıyla ihraç mekanizması çalıştırılmadığı için karara şerh yazılmaması... Pürüzsüz bir başlangıç bu; umarım, sivil-asker ilişkileri bu yeni dönemde olması gerektiği üzere ilkeli ve uygar bir zeminde cereyan eder.

Bundan hepimizin kazançlı çıkacağına hiç kuşku yok