Soğuk kış günlerinin gelmeye başladığı şu günlerde ısınamıyoruz farkında mısınız? Kaloriferli evimizde, sobamızın karşısında, lüks aracımızdaki klimanın önünde, en kaliteli yün kazakların içerisinde hala üşüyoruz değil mi? “Acaba neden üşüyorum?” diye sormuşuzdur kendimize. Hatta bazılarımız, “Üşüme hastalığına mı yakalandım? Kan değerlerim mi düşük acaba?” diyerek doktora bile başvurmuştur, ancak sağlık açısından da hiçbir sorunu olmadığını öğrenince şaşırıp kalmıştır eminim ki.
Aslında bu üşüme sorunumuzun sebeplerini çok da uzaklarda aramamak gerekiyor. Sabah işe giderken yanından geçiyoruz bu sorunun. Bazen görünce kaldırım değiştiriyor, bazen aracımıza doğru hamle yapınca; aracımıza dokunmasın diyerek gaza basıyoruz. Kimi zaman onu, bir arabanın egzoz gazında ellerini ısıtmaya çalışırken görüyoruz. Bazen de ekmek fırınının havalandırmasından çıkan sıcak fırın buharında oturmuş, ısınmaya çalışırken karşılaşıyoruz onunla. Evet, üşüme hastalığımızın sebebinden bahsediyorum. Bu soğuk kış günlerinin başladığı şu günlerde çevremizdeki evsiz, garip, gureba kemiklerine kadar üşüdüğü için bizlerin de bir türlü ısınamadığımızı söylüyorum.
Yıllar bizleri duyarsızlaştırdı, bu duyarsızlık etrafımızda olup bitenleri görmemizi engelliyor, ecdadın mirasından, ahlakından kopuyor muyuz ne? O ecdat ki; bir cami, bir çeşme, bir mesken ve hatta bir mezar yaptığı zaman dahi evsiz kuşları bile düşünür, minyatür kuş yuvaları yapardı. Ne yazık ki; yuvasız kuşları dahi düşünen bir neslin torunları olarak; sokaklarda yatan evsizleri görmezden gelir olduk da ondan bir türlü ısınamıyoruz. Hemen mahallemizde gördüğümüz Süleyman abi, yarım aklıyla buz kesmiş bir şekilde kaldırımın üzerinde uzanırken; sorumsuzluğumuzun cezası olarak onun titremesini hissediyoruz. Akşam evimizde sıcak çayımızı yudumlarken; sokak lambası altında “Kibritçi Kız” misali güneşin doğmasını bekleyen Hasan Abi’yi, “Deli” diyerek hor gördüğümüz İbrahim’i, “Sokak kızı” olarak nitelendirdiğimiz caddemizin Zeynep’ini düşünmediğimiz için üşüyoruz. Sosyal devlet, sosyal belediyecilik anlayışından bahsederiz ya sürekli; hani sosyallik gereği piknikler, geziler, kurslar, müze ziyaretleri düzenlenir, parklar, bahçeler, yollar yapılır ya; işte o sosyalliği bu gariplere ulaştıramadığımız için üşüyoruz. Çok uzaklara gitmeye hiç gerek yok. Her birimiz akşam evimize giderken etrafımıza biraz daha dikkatli bakarsak; bir köşede yeri döşek, göğü yorgan edinmiş mahallemizin garibanını rahatlıkla görebiliriz. Onlara kışın soğuk gecelerinde başlarını sokacak bir yer bulmak için neyi bekliyoruz? Karın yağmasını mı? Sıcaklığın eksi derecelere düşmesini mi? Yoksa içlerinden birisinin donarak öldüğü haberinin bir gazetenin arka sayfalarında, küçük harflerle yayımlanmasını mı?
Bu konuda her birimize görevler düşüyor. En büyük görevde; Sosyal belediyeciliğin temsilcisi olan belediyelerimize düşüyor. En azından soğuk kış günlerinin başladığı şu günlerde ilçemizdeki 100-150 kişiyi geçmeyen evsizlere sıcak bir ortam, sıcak bir yemek, sıcak bir banyo sunmak çok zor olmasa gerek. Orta sınıf bir pansiyonun gecelik kirasının yaklaşık 20 TL olduğunu düşünürsek; 100 tane evsizin 1 aylık barınma maliyetinin ortalama 2.000 TL’yi bulması bu sorunun çözümünün ne kadar kolay olabileceğini gösteriyor. “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” (Buhari) hadis-i şerifini hayatına şiar edinmiş bir milletin evlatları olarak gözümüzün önündeki bu toplumsal soruna acil olarak el uzatmak zorundayız.
Haydi, vatandaşıyla, belediyesiyle birlik olalım ve ölümler başlamadan ilçemizin evsiz garibanlarına sahip çıkalım. Sahip çıkalım ki, mahşer gününde sahip çıkılanlardan olalım. Unutmayalım, “Merhamet etmeyene merhamet edilmez.” (Buharî; Müslim)
Selam ve dua ile…