Üslup meselesi

xxx52

Eskiler,“Üslûb-i beyân aynıyla insandır“ derler. Bir insanın insanlığı (kişiliği, karakteri, değeri) konuşmasına ve konuşmasında tercih ettiği üslûba (ifade tarzına) yansır, onu orada görebilirsiniz.

“Bu sebeple insan üslubuna dikkat etmelidir“ sözünü ahlaki bakımdan uygun bulmuyorum; doğru olanı, üsluba dikkat ederek kendini gizlemek değil, varsa bozukluğu içten düzeltmeye yönelmek, buna dikkat etmektir.

Son zamanlarda bir üslup kavgası aldı başını gidiyor.

Kimilerine göre başbakanın üslubu sert, kimlerine göre nuhalefetin, bazı komutanların üslubu sert, kırıcı, kışkırtıcı.

Bu arada bazı haber ve köşe yazarlarının üslubu da yalnızca sert değil, edep ve ahlak dışı. Tuttukları bir şahıstan söz ederken en azından „sayın“ı ihmal etmezler, sıra mesela başbakana gelince “Tayyip“ demekten zevk alırlar. Abartma, yalan, alay, küçümseme, hakaret, iftira ve yalan başlıca sermayeleridir. Gözlerinde renk körlüğü vardır; asla beyazı göremezler, karşı tarafa baktıklarında gördükleri renk yalnızca kara olandır.

Başbakanın üslubunu tenkit edenler -bunda haklı da olabilirler- bir de kendi üsluplarına bakmak durumundadırlar.

Bir de “eski dostlar“ edebiyatı başladı.

İktidarın ve özellikle Başbakan'ın bazı eski dostları onu terk ediyor, ona karşı cephe alıyorlarmış…

Bence bu olayın doğrusu şudur:

O bazı dostlar ne iktidarın ne de Başbakan'ın dostları idiler; onların dostu kendi davaları, düşünceleri ve amaçları idi. Akparti iktidarını buna yakın gördükleri sürece tuttular, uzaklaştığı zan ve kanaatine vardıkları anda ise dostluğun pazara kadar olduğunu ortaya koydular. Bunda da ayıplanacak bir taraf görmüyorum; ama işin (olayın) doğrusu budur.

Peki iktidarın, bazı dostlara göre hedeften saptığı teşhisi doğru mudur?

Bu soruya, bakış açısı ve beklentilere göre farklı cevaplar verilebilir.

Ancak cevap arayanların, sırtında yumurta küfesi olmakla olmamak durumlarını birbirinden ayırmaları, ülkenin verili şartları içinde neyin ne zaman ne kadar yapılabileceği hesabını yapmaları, iktidar denen gücün başka güçler karşısındaki ölçüsünü… hesaba katmaları kaçınılmaz olmalıdır.

Bir de gerçek dostların ifadelerinde ve değerlendirmelerinde abartıdan, ölçüsüzlük ve dengesizlikten uzak durmaları gerekir. Tenkit oklarını yönelttiğiniz kimseler de etten ve kemikten yaratılmışlardır, onların omuzlarındaki yük, onları çepeçevre kuşatan sitres bulutları başkalarına nisbetle daha ağır, daha bunaltıcıdır.

„Efendim tahammül edemiyorlarsa meydana çımasınlar, yükü omuzlarına almasınlar“ denebilir.

Ama buna şöyle bir cevap da verilebilir:

Başkaları (iktidar olmak için çalışanlar) beşer değil mi? Onlar çelikten mi yapılmışlar?

Sonra insanı dosttan gelen mi, yabancıdan gelen mi daha fazla etkiler, incitir?!

Yıkmaya, bitirmeye değil de düzeltmeye yönelik bir tenkidin üslubu farkı olmalı değil midir?