Ülkemizin 'en güvenilir' kurumu olan Genelkurmay Başkanlığı ile Hava Kuvvetleri Komutanı koltuğunun sahibi Org. Aydoğan Babaoğlu yalan söyleyecek değiller ya; komutan Aktütün Karakolu'na PKK baskını olduğu gün akşama kadar golf oynamış, ama baskından haberdar olmadığı için oynamış...
İyi de, en eski yüksek öğretim kurumumuz olan İstanbul Üniversitesi'nin yaş haddinden yakında emekli olacak rektörü Prof. Mesut Parlak, ülkemizin terörle sınandığını ve PKK tarafından Türk demokrasisinin hedef alındığını fark etmemiş olabilir mi? 45 dakika süren konuşmasına 'Aktütün şehitlerini anarak' başladığına göre, Rektör Bey, bugünün ortamında hangi anlama çekileceğini bilerek sözcüklerini seçmiş olmalı.
Dehşet verici bir durum bu.
İstanbul Üniversitesi Rektörü'nün göreve ilk seçildiği günlerde kendisiyle yapılan mülâkatlar için 'başörtülü annesi'nin bulunduğu mekânları tercih ettiğini unutmuş değiliz. Son Cumhuriyet Bayramı resepsiyonuna Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün konuğu olarak katılanlar arasında güleç yüzlü rektörümüzün de bulunduğunu hatırlıyoruz.
Peki nasıl oluyor da, başında bulunduğu üniversiteyi, rektör olduğu süre içerisinde istediği gibi yöneten ve Meclis aksine yasa çıkardığında bile Ben yasakçı uygulamalarıma devam ederim diyebilen biri, bugünün nazik ortamına hiç uymayan 'başörtüsü' konusunu veda konuşmasının ana teması yapabiliyor? Hem de gündemde böyle bir konu hiç mi hiç bulunmadığı halde?
Cumhurbaşkanı ve başbakanı törene davet etmediğini, Burada kürsüye çıkıp kimseye politika yaptırmam diye övünerek ilân etmesini de anlamak mümkün değil rektörümüzün. İstanbul Üniversitesi'nin kürsüsü kimsenin babasının malı değildir ve o kürsüde gerektiğinde siyasetçilerin siyasî konularda konuşması ayıp da sayılmaz.
Esas ayıp olan, evrensel bir bilimler yurdu olma iddiasındaki bir kurumun, demokrasi yoluyla işbaşına gelmiş siyaset adamlarına kürsüde konuşma imkânı sağlaması değildir; esas ayıp olan, demokrasiyi kesintiye uğratan darbecilere ve onları alkışlayan demokrasi düşmanlarına 'fahri doktora' unvanları vermesidir.
Rektörümüzü zihinlere hiç de hoş olmayan bir görüntüyle yerleştirecek böyle bir veda konuşması yapmaya sevk eden güdü ne olabilir? Akla gelebilen bütün ihtimallerin doğru olmadığı, sebebin çok basit olduğu yine konuşmanın metninden anlaşılıyor: Kendisinden boşalacak koltuğa adaylığı konuşulan bir öğretim üyesi hükümet tarafından bir yıl önce YÖK Kurulu'na atanmış; konuşmasında Rektörü seçecek kurula üye biri nasıl olur da aday olur? diye soruyor...
Geçmişte o konumdaki başkaları nasıl aday olabilmişse o öğretim üyesi de olur... Koltuğunu bırakır öyle aday olur... Ya da aday olmayı düşünür de aday olmayabilir...
Sorulması gereken asıl soru şudur: Kamuoyu terör şehitlerinin acısını yüreğinde hissederken, önemli bir üniversitenin rektörü, istemediği biri yerine aday olacak diye, gündemde bulunmayan bir konu üzerinde 45 dakika boyunca konuşur mu? Konuşmalı mı?
Veda yerine geçecek bir konuşmada, doğru olan tavır, öğrencilerin sonraki yıllarda da hatırlayacakları dolulukta, muhteşem bir ufuk turu çizmek olmalıydı. Küçük politika yapan çok ülkemizde.
Göreve geldiğinde verdiği mülâkatları okurken, İstanbul Üniversitesi Rektörü'nün, akademik hayatını, böyle bir konuşmayla sonlandıracağını hiç düşünmemiştim.
Org. Babaoğlu'nun, saldırı üzerine golf oynamayı bırakmaması eleştirilince, Ne yani, Aktütün'e ben mi gitseydim? dediğini bile unutmaya hazırım da, Prof. Parlak'ın ortada fol yok yumurta yokken Bir başörtüsünün çeşitli krizlere sebep olmadığını kim görmezlikten gelebilir? demesini unutmam herhalde çok zor olacak.