"Unutulmaz İlahiyat Dekanı..."

Kemal BOZKURT


Türkiye'de sayıları 100'ü bulan İlahiyat Fakültelerinin (İslami İlimler Fakülteleri dahil) çok değerli dekanları yıllarca hizmet ettiler ve etmeye devam ediyorlar. Başta Salih Tuğ olmak üzere ilim ve irfan dünyasında iz bırakan nice İlahiyat dekanlarımız vardır şüphesiz.

Bu yazımızda, Selçuk Üniversitesi İlahiyat fakültesi eski Dekanı merhum Prof. Dr. Orhan Karmış Hocamızı özellikle şahit olduğum çok önemli bir hatıramdan dolayı kısaca yazmaya çalışacağım. 

1989-1993 yıllarında okuduğum Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap Dili ve Edebiyatı bölümünde o yıllarda yeterli öğretim üyeleri olmadığından İlahiyat Fakültesinden hocalar derslerimize girerlerdi. Merhum Prof.Dr. Orhan Karmış hocamız da, Prof.Dr. Ali Osman Koçkuzu, Doç.Dr. Ramazan Ayvallı ve Osman Karakurt hocalarımızla birlikte haftada üç gün Orhan Karmış hocamızın makam arabası ile Meram’dan kampüse gelirlerdi. Allah hepsinden razı olsun.

Sınıfımızın yarısı benim gibi İmam Hatip lisesi mezunlarından diğer yarısı da düz lise mezunu arkadaşlarımızdan oluşuyordu. Düz liseden gelen arkadaşların bir kısmı hele bu yıl Arap Dili ve Edebiyatında bir okuyalım seneye yine imtihana girer ve İngiliz Dilini kazanırız düşüncesindeydiler. 

İşte o arkadaşların imdadına Prof.Dr. Orhan Karmış hocamız yetişti. Karmış hocamız birçoğu bayan olan sınıf arkadaşlarımıza bir baba şefkatiyle davranarak ve herkese bol not vererek, Arapça’yı da sevdirerek bölümü terk etmeyi düşünen arkadaşlarımıza zımnen engel olmuş oldu ve tüm sınıfın mezun olmasına vesile oldu.

O dönemdeki Arap Dili ve Edebiyatı öğrencileri o kadar şanslıydık ki; Orhan Karmış Hocamız Eğitim Fakültesinde aldığımız pedagojik formasyon derslerimize de geliyordu. (Bir nevi öğretmen olduğumuzdan Arapça’yı nasıl öğreteceğimizin pratiğini yapıyorduk Eğitim Fakültesinde). Hatta bir derste sınıf arkadaşlarımızdan Zeynep Yücel’in mükemmel ötesi ders anlatışı üzerine dört kez "evladım dersi şahane anlattın" diye kendisini tebrik etmiş ve hepimize müthiş bir pozitif enerji aşılamıştı.

Yine o dönemde 45 günlüğüne şu anda bu satırların yazarının yaşadığı ABD’ye gelmiş ve dönüşte mütevazı bir şekilde ABD izlenimlerini bizlerle paylaşmıştı. (Zira o yıllarda ABD’ye gelmek çok prestijli idi ve dönenlerin havalarından geçilmezdi)

Merhum Prof.Dr. Orhan Karmış 1993 yılında bizlerin mezuniyetinden sadece bir ay evvel emekli olup İstanbul’a yerleşmişlerdi. Aynı yıl yayına başlayan TGRT'de uzun yıllar tefsir programı yapmış ve Kur'an-ı Kerim’in tefsirinin tamamını televizyon ekranlarından anlatmayı Allah-u Teala kendisine nasib etmişti.

1994 senesinde o dönemde Arap Dili ve Edebiyatı mezunlarına öğretmenlik verilmediğinden şahsım ve sınıf arkadaşlarımız çok uğraşmış, siyasetçilerden medya mensuplarına kadar birçok kimseyle görüşüp meseleyi çözmeleri için uğraş vermiştik. Yine onlardan biri olan Prof.Dr. Mim Kemal Öke’nin daha önce banttan yayınlanan YANKI programının ilk canlı yayınına konuk olmuş ve derdimizi anlatmıştım. Program sonrasında da merhum Enver Ören’in odasına geçmiştik ve Prof.Dr. Orhan Karmış Hocamız da orada beni görmüş ve sağ olsun iltifatta bulunmuşlardı.

Sevgili Dostlar,
Bu yazıyı yazmama vesile olan hocamızla yaşadığım o unutulmaz hatıramı sizlerle paylaşmak istiyorum. Orhan Karmış Hocamız, birden rahatsızlandılar ve makam arabasıyla kampüsten şehir merkezine dönmek istediler. Sınıfımızdan aziz dostum Muhammed Salih ile birlikte hocamızı şoförünün her zaman kendisini aldığı yere gidene kadar götürdük. Ancak şoförü ortalıkta yoktu. Yaklaşık iki saat ayakta şoför ha şimdi geldi, ha şimdi gelecek diye Hocamız rahatsız olduğu halde bekledik. Muhammed Salih, şoförü aramaya koyuldu (Zira o dönemde cep telefonu yok) ben de hocamızın yanında duruyorum ola ki düşer acil bir şey olur diye.

Şoförü de haliyle sabah bıraktıktan sonra öğlen paydosuna kadar fakülte binasında biryerlerde duruyormuş. Ancak nereden bilsin ki o gün Orhan Hocamız aniden rahatsızlanacak ve erkenden geri dönmek isteyecek?

Kıymetli Dostlar, 
Muhammed Salih uzun arama neticesinde Hocamızın şoförü ile birlikte yanımıza geldiler. Şoför mahcup bir şekilde koşarak hocamızın yanına vardığında merhum Hocamız çok sakin bir şekilde sadece “Evladım nerelerdeydin” dedi. Ben kendi kendime aman ya Rabbim bu nasıl bir teslimiyet, bu nasıl bir tevekkül, bu nasıl bir alçak gönüllülük? dedim ve halen daha da düşünüyorum ve diyorum ki; acaba Türkiye Cumhuriyeti içerisinde merhum Orhan Karmış Hocamız gibi makamını hem tam dolduran hem de bu kadar mütevazı olan kişiler var mıdır? InşaAllah vardır.

Merhum Prof.Dr. Orhan Karmış Hocamız yaşı kendisinden bir yaş küçük olmasına rağmen Ankara İlahiyat'tan hocası olan merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocamız ile de görüşmek istediğini bizzat tarafıma söylemiş, ben de merhum Es’ad Coşan Hocamıza iletmiş idim ancak bildiğim kadarıyla görüşemediler ve takdiri ilahi her ikisi de aynı yıl vefat ettiler. Ve her ikisinin de ebedi istirahatgahları Eyüp Sultan’da bulunuyor.

Rabbim, merhum Hocalarımızı rahmet eylesin. Mekânları cennet olsun inşaAllah.

***

Orhan Karmış Hocamızdan Hayat Dersleri

Pişmanım
Hiçbir zaman pişmanlık duymadım diyemem... Elbette bazen pişman olduğum şeyler olmuştur... Ama insan en iyiye memurdur derler... Dolayısıyla bu pişmanlıklarım öyle hüsran ifade edici pişmanlıklar değil, daha iyiyi yakalayabilmek içindir. Kaldı ki, bu manada Cenab-ı Hakk “Ahirette hepiniz pişman olacaksınız” buyuruyor...

Çok üzüldüm
Vaktinde, salah ve teslimiyeti konusunda çok ümitli olduğum arkadaş ve yakınlarımın, küçük hesaplar uğruna İslamiyetten ayrılmalarına çok üzülmüşümdür... Yine o üzüntüyle, Cenab-ı Hakk’a aynı duruma beni düşürmemesi için samimiyetle iltica etmişimdir...

Asla kabul etmem
Sevgili Peygamberimizin çok güzel bir benzetmesi vardır... Bir elime Ay’ı, diğer elime Güneş’i verseniz, bir insanın iman ettiği kadar sevinmem... Aynen onun gibi, bana en kıymetli şeyleri verseler ve bunun karşılığında da maneviyatımdan taviz isteseler asla kabul etmem... Diğer bir deyişle müdahene yapmam... Yani dünya menfaati için dinimden taviz vermem...

Şimdiki aklım olsa
Dini ilimlerde, alabildiğince zengin, bir umman, bir derya olan bu konuya bütün gücümle dalmayı isterdim... Başka bir meslek seçmeyi hiç düşünmedim ve düşünmezdim de... Yine aynı mesleğimi ister, dediğim gibi daha çok ilim öğrenmeye gayret ederdim...

Çok sevindim
Kur’an-ı kerim tefsirine çok zor şartlarda, öyle ki böbrek rahatsızlığım nedeniyle haftada iki kez diyalize girerek başlamıştım... Cenab-ı Hakk’ın salih kullarının bereketiyle ve inayet-i Hakk’la 1996 Eyülünde tefsirin hitama ermesine, yani tamamlanmasına çok sevindim... Bu, benim için büyük bir lütuf oldu...

Kur'an-ı Kerim Okuma Aşkı

Kur'an- Kerim okumak ne zevkliydi.Ortaokulda öğrencilik yıllarımdı... 1952’de babamı kaybettim... Bu benim için acılı günlerin başlangıcı oluyordu.... Birinci sınıftan ikinci sınıfa geçmiştim ama artık babam benim karnelerimi göremeyecekti...O yaz, Bursa mahalle camiinde genç bir imam hatipten Kur’an-ı Kerim okumak isteğinde bulundum... Bana Elbette, sen de katılabilirsin dersimize dedi... Nasıl sevindiğimi anlatamam... Sanki babamın üzüntüsünü Kur’an-ı Kerim öğrenerek gidermeye çalışıyordum...Ve bir hafta içinde Kur’an-ı Kerimi okumaya başladım... Kısa bir süre sonra da, hoca bana ezber vermeye başladı... Kur’an-ı Kerimi öğrenmek meğer ne kolaydı... Okumak ne zevkliydi...İşin en enteresan yanı, bu gelişmelerden evin haberi yoktu... Benim bu çalışmamı haber alan herkes, eğitimime engel olur düşüncesiyle muhalefet etti ama, biricik annem ve iki ablam bu konuda en büyük destekçim oldular...Ve toplam yedi sekiz ay boyunca Kur’an-ı Kerim tahsil ettim... Bir sene sonra da, Dülgerzade Camii’nde Afyonlu İsmail Efendi isminde bir zat-ı muhterem vardı... Kur’an-ı Kerimi gayet iyi biliyordu... Hatta ayakları olmadığı için başkalarının yardımıyla gelip giderdi camiye... O zat-ı muhteremden tashih-i huruf gördüm... Ne oldu?.. Öyle bana muhalefet edenlerin dediği gibi tahsilim hiç de yarıda kalmadı... Aksine hem daha iştahla tahsilime kaldığım yerden devam ettim... Zihnim açılmıştı... Üstelik en verimli çağımda Kur’an-ı Kerimi de öğrenmiş olmuştum.

O gün camiye gidip Kur’an-ı kerim öğrendiğim yılları, hiç ama hiç unutmam... Hangi gün olursa olsun, Kur’an-ı Kerimi elime alır almaz, o ilk günkü halim gözlerimin önüne gelir...

Saçlarımı Ağartan Acı
Yıl 1971... Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir bölümünde asistanım. Yaz tatilinde Bursa’da bulunuyordum. Hiç unutmuyorum, 1 Ağustos idi. Pazar günüydü... Sabah erkenden kız kardeşimin iki çocuğu sokakta oynuyorlar mıydı, yoksa bir şey için mi çıkmışlar orasını bilemiyorum ama, akıllara durgunluk verecek bir kazaya kurban gitmişlerdi. Biri Ferhan isminde üçbuçuk yaşında, diğeri Rüçhan isminde beş yaşındaki iki yeğenim, hem de evin kapısının önünde, geri geri gelmekte olan bir arabının altında kalarak ezilmişler ve körpecik yaşlarında hayata veda etmişlerdi...

Onların acısıyla öyle üzüldüm öyle kahroldum ki, ertesi sabah baktığımda saçlarımın yarısının sanki boyayla boyanmış gibi ağarmış olduğunu gördüm... Saçlarım ağarmıştı üzüntüden...Ertesi gün o iki yavruyu birden Bursa’da Sarıkaya mezarlığında defnettik... O gün bu gündür o iki yavrunun acısı halen yüreğimde bir hançer gibi saplı durmaktadır... Allah kimseye böyle acı vermesin...Kaynak: biyografi.net

Fotoğraftakiler: Abdurrahman Yüksel, Dr. Mahmut Kafes, Habib Balcı, Prof.Dr. Ali Osman Koçkuzu, Kemal Bozkurt, Prof.Dr. Orhan Karmış, Kazım Ürün, Doç.Dr. Ramazan Ayvallı ve Osman Karakurt

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.