Künye
Senaryo: Richard Glatzer, Wash Westmoreland
Orijinal Fikir: Lisa Genova’nın kitabından uyarlanmış
Yapım: Killer Films, Big India Pictures, BSM Studios
Türk Dağıtımcı: Bir Film
Yapımcı: James Brown, Lex Lutsuz, Pamela Koffler
Ortak Yapımcı: Declan Baldwin, Elizabeth Gelfand Steams
Görüntü Yönetmeni: Denis Lenoir
Müzik: Randall Poster, Meghan Currier
Orijinal Müzik: Ilan Eskheri (Besteci)
Kurgu: Nicolas Chaudeurge
Oyuncular: Julianne Moore (Alice Howland), Alec Baldwin (John Howland), Kristen Steward (Lydia Howland), Kate Boswarth (Anna Howland-Jones), Shane McRae (Charlie Howland-Jones), Hunter Parrish (Tom Howland), Victoria Cartagena (Prof. Hopper), Stephan Kunken (Dr. Benjamin)
Yönetmen: Richard Glatzer, Wash Westmoreland
Şeytanın Avukatı filminde şeytan, “en çok sevdiğim günah kibir” der. Görünürde daha büyük günahlar varken niçin kibir dediğini hiç düşündünüz mü? Çünkü kibir şeytanı şeytan yapan günahtır. İnsanı kibre götüren en önemli husus aklına aşırı güvenmesidir. Akıl dediğimiz nimet bir şekilde yok olsa, insanın insanî bütün vasıfları yok olur.
Unutma Beni filmini izlerken, insan aklı denilen şeyin bir kıl kadar ince ve narin olduğunu söyleyen eski insanları düşündüm hep. İnsan, aklı ile gerçeğin, hakikatin, güzelliğin ve iyi olan hangi haslet varsa onun peşinden gitmesi gerekirken, bir gün yok olabileceğini hiç düşünmediği aklına kendisini çok kaptırdığı için kendi özünden hızla uzaklaşabilmektedir.
Tıkır tıkır çalışan bir vücut ve beynin unutma hastalığına yakalanması ise hem hasta hem de yakınlarına altından kalkamayacak kadar büyük acıları beraberinde getiriyor. Hele bu insan okumuş etmiş, aklı, eserleri ile toplumda yer bulmuş bir insan ise sonuç daha da yıkıcı oluyor. Film bu konuya da açıklama getiriyor zaten. Alzheimer okumuş insanlarda daha tesirli etki bırakıyor.
Film kendisi de nörobilim dalında doktora sahibi Lisa Genova’nın romanından uyarlama. Senaryodaki gerçeklik, harika ritim, güzel diyaloglar, orijinal fikrin sahibinin bu konuda uzman olmasından kaynaklanıyor. Filmdeki diyalogların gerçek gözlemlere dayalı olduğunu tahmin etmek güç değil. İşin daha da ilginci filmin iki yönetmeninden birisi olan Richard Glatzer 2001 yılında ALS hastalığına yakalandığını öğrenmiş, ilerleyen yıllarda da konuşma yetisini kaybettiği için filmi ipad yardımıyla yönetmiş.
Filmin kısa bir özetini verelim. New York’taki Columbia Üniversitesi’nde dilbilim profesörü olan Alice Howard (Julianne Moore) önce çok iyi bildiği bazı kavramları unuttuğunu fark eder. Kampüs içinde koşarken nerede olduğunu hatırlayamaması (bu sahne filmin en dokunaklı karelerini de ihtiva ediyor, çünkü ne olduğunu henüz bilmeyen Alice’in yüzüne yansıyan korku izleyenleri ağlatmaya yetiyor) üzerine bir nörologla görüşür ve testler sonucunda Alzheimer hastalığının ilk aşamasında olduğunu öğrenir. 50 yaşında olması büyük bir travmaya girmesine sebep olur. Hastalığı babasından geçmiştir. Yapılan testler sonucu çocuklarında da hastalığın olduğu anlaşılır. Hastalık kalıtsaldır. Bu durum, aile fertlerinin kendileri ile de hesaplaşmasına sebebiyet verecektir.
Unutma Beni gerçek bir dramı perdeye yansıtırken, arka planda bir ailenin bu dram karşısındaki tutumlarını anlatmayı ihmal etmemiş. Hastaya bakarken hasta olmak deyimi ile karşı karşıya kalan hasta refakatçilerinin yaşadığı zorluklar hem duygusal hem de sömürüye kaçmayan dozu ile harika ortaya konmuş. Bu açıdan bakıldığında filmi çok başarılı bulduğumu belirtmeliyim.
Alice Howard’ın çok güçlü bir karakter olarak betimlenmesi, her şeyin farkında olması, hastalığı kendisine kabul ettirme sürecini çok güzel yansıtıyor. Henüz hastalık ilerlemeden kendisi için çektiği videoda kendisinden kendisini öldürmesini istemesi trajik sahnelerden birisi olmuş. İlerleyen hastalık yüzünden bu işi yapamaması da ilginç bir sonuç doğurmuş.
Alzheimer hastalığı özellikle hasta yakınları için dayanılması zor bir hastalık. Gözünüzün önünde en sevdiğiniz kişinin kendi ismini bile hatırlayamayacak hale gelmesi katlanılması güç bir durum. Bir dostumun babası Alzheimer hastasıydı. Hastalığın ilk evresinde bir gün ayakkabılarını bağlarken nasıl düğüm atılacağını unutmuş. (Filmin bir sahnesinde bire bir aynısı yansıtıldığı için çok duygulandım.) Yardım tekliflerini bağırarak reddetmiş. Fakat ayakkabı bağcıklarının da nasıl yapılacağını hatırlayamayınca başlamış ağlamaya. Sonra oğluna dönmüş, “Benden ders al, bağcıklı ayakkabı giyme” demiş. Arkadaşım aradan yıllar geçmesine rağmen hala bağcıklı ayakkabı giymemektedir.
Fiziksel veya ruhsal rahatsızlıkları olan kimseleri canlandırmak her zaman çok zordur. Eğer hakkıyla yapılırsa da uzun yıllar unutulmayacak performans ortaya çıkar. (1988 yapımı Rain Man filmindeki Dustin Hoffman’ın oyunculuğu hala konuşulmuyor mu? Yağmur Adam’daki kadar olmasa da) Julianne Moore kusursuz bir performans göstermiş. Bu performansı ile bu seneki en iyi kadın oyuncu oscarını kazanmayı da hak etmiş.
Alec Baldwin, filmin sonuna kadar metanetini koruyan koca rolünde çok başarılı. Filmin sonunda arasının pek de iyi olmadığını bildiğimiz kızına sarılıp ağlamasıyla da, içinde kopan fırtınalardan haberdar oluyoruz.
Unutma Beni, gerçekçi senaryosu, birinci sınıf oyunculukları, dengeli ve güzel diyalogları ile seyredilmeyi hak eden bir film.