Cumhuriyet dönemi eğitiminin kronolojik tarihçesi oluşturulmuş mudur, bunu bilmiyorum. En azından benim elimde böyle bir kronoloji yok. Osmanlı dönemi eğitimine ait 3 sayfalık “1332 tarihinde ilk Osmanlı Medresesi, İznik’te Orhaniye Medresesi adıyla açıldı.” diye başlayan bir kronoloji var. Bu kronolojinin boyutunun 3 sayfayla sınırlı olması bile; Cumhuriyet döneminde reform diye sunulan yüzlerce birbirini reddeden değişikliğe bakılınca, başlı başına okunması gereken bir husustur. Bu kronolojinin 3 sayfa oluşunun ilk okunuşu; eğitim bir yapboza dönüştürülmemiş, 600 yıllık bir dönemde oluşturulan kurumlar, uygulanan eğitim yöntemleri uzun ömürlü olmuş, sık sık değişikliğe uğramamışlar şeklindedir. 1454 yılında açılan İstanbul Üniversitesi’nin kronolojik tarihinin 1454-1920’lerle 1920’ler 2010 dönemlerine bakıldığında konu daha net ortaya çıkmakta, ideolojik algılayışlar ve onun gerekleri, eğitimin amacında ve araçlarında belirleyici olmuştur. Bu nedenle de 560 yılda bu üniversitenin yapısına ve amacına yönelik yapılan değişiklikler 90 yılda yapılanların 10/1’i kadar bile değildir. Ve bu değişikliklerde iyi eğitimden ziyade ideolojik saikler belirleyici olmuştur.
Tarihe kronolojik sıralama içerisinde bakmak, bazı tartışmalı konuların daha kolay anlaşılmasını sağlar. Eğitimle ilgili konularda da durum aynıdır. Cumhuriyet dönemine ait eğitimle ilgili birçok gelişmenin amacı; meydana geldikleri dönemle ilgilidir. Dönemi dikkate alınmadan o konunun değerlendirilebilmesi mümkün değildir.
Aşağıdaki tartışmalı konuların değerlendirilmesi, ancak ortaya çıktıkları dönemler dikkate alındığında yapılabilir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarılışı, Okullara Milli Güvenlik Bilgisi dersinin konması, üniversitelerde İnkılâp Tarihi derslerinin mecburiyeti, Köy Enstitülerinin açılışı, YÖK’ün kuruluşu, Din Kültürü dersinin mecbur tutulması, kademeler arası geçişi belirleyen sınavlarda katsayı uygulamasının başlatılması, karma eğitim mecburiyeti, kılık kıyafet dayatması, 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim uygulaması vs.
90 yıllık Cumhuriyet dönemiyle ilgili bir kronoloji hazırlanmış olsa, herhalde bu kronoloji, 600 yıllık Osmanlı döneminin 3 sayfalık kronolojik tarihinin zıddına, kalın bir kitap boyutunda olur. Çünkü her darbe döneminde eğitim yeniden ele alınmakta ve her şey yeniden dizayn edilmekte ve eğitime darbecilerin bakış açısı hâkim kılınmaya çalışılmaktadır.
Yukarıda sıralanan değişikliklerden sadece kademeler arası geçişle ilgili 28 Şubat’tan bu güne yapılan değişikliklerin kronolojik sıralaması birkaç sayfa tutar. Hani ne derler “Bir deli, kuyuya bir taş atmış; çıkarmak için kırk akıllı, kırk yıl uğraşmış.” Eğitime darbe mantığının hâkim olduğu dönemlerde yapılan değişikliklerin büyük bir kısmında, bu durum söz konusudur. Öyle ki, deli taşı sadece rast gele atmıyor üstelik derinliklere gömmektedir.. Bu derinlere gömme ve gömüde gizleme de Laiklik, Atatürkçülük ve Cumhuriyet gibi kavramlarla yapılmaktadır. Darbelerin ardından düzeltme adına yapılan bütün çalışmaların önü; Atatürk karşıtlığı, Laiklik düşmanlığı, Cumhuriyeti yıkmak olarak değerlendirilip kesilmektedir. O nedenle delinin attığı bir taşı değil kırk, kırk bin akıllı da gelse bir türlü çıkaramamakta ve tahribatlar bir türlü düzeltilememektedir.
Hukukun, adaletin, eşitlik anlayışının katli manasına gelen “katsayı uygulaması” 28 Şubat Darbesi’nin bir eseridir. Amacı da cumhuriyetin başlangıcından beri eğitimi dizayn edenlerin amacıyla aynıdır.
Katsayı uygulamasının hedefinde sadece İmam-Hatip liseleri vardır düşüncesi bir yanılmadır. Hatta bu yanılmanın sonucu olarak; Meslek liselerinin, İmam Hatiplere kurban verildiği de söylenir. Ancak işin gerçeği tam olarak bu değildir. Bu uygulamayı başlatanlar ve savunanlar için; Meslek liseleriyle, İmam Hatip liselerinin bir farkı yoktur. İkisi de aynıdır. Bu iki okulun ortak bir özellikleri vardır. Buralarda, Anadolu’nun fakir ve muhafazakâr ailelerinin çocukları okumaktadır. Sakıncalı bulunan, buralardan mezun olmuş Anadolu çocuklarının bazı üniversitelere girebilmesidir. Onlar üniversitelere girdiğinde denge bozulmakta ve bunlar istenmeyen mevkilere gelerek, seçkinlerin yaşam standartlarının garanti de olmasını tehlikeye atmaktadır.
Katsayı engeli de aslında onları kesmemekte ancak gelinen noktada, asıl arzuladıklarını gerçekleştirememektedirler. Onların asıl istedikleri üniversiteye girişlerin sınavla olmaması ve öğrenci alımlarının üniversitelerin tercihine bırakılmasıdır. Bu konuda TED gibi kurumlar aracılığıyla kampanyalar da yürütmektedirler. Bu kampanyalar da, olayın kurbanlarının aklını çelebilecek argümanlarda kullanılmaktadır: “Çocuklar bu sınavlarla yaşlarının güzelliğini yaşayamamakta, fakirler dershaneye gidememekte” gibi. Bu söylemde muhakkak doğruluk payı vardır. Ancak onların amacı, fakirlerin üniversiteye girebilmesini sağlamak ya da çocukların bütün zamanlarını ders çalışarak geçirmelerini önlemek değildir. Eğer amaç bu olmuş olsa TED okullarında numune olsun için 2-3 tane de maaşı birkaç milyonun altında geliri olan velinin çocuğu olurdu. Bu zihniyetin tek hedefi vardır, “Çarıklıların Çocukları”nın üniversiteye gitmesini önlemek. Üniversite sayısının artırılmasına, her ile üniversite açılmasına da bu anlayışla karşıdırlar. Ama bunu açık yüreklilikle ifade etme cesaretine sahip değildirler.
Bu noktada özlenen şu an 60-70 yaşlarında olup, bizlere; en büyük, en önemli adamlar olarak sunulanların, soylarının da aynı şekilde anılmasıdır. Şöyle 60- 70 yaş arası edebiyatçılara, sanatçılara, bürokratlar, siyasetçilere, gazetecilere, işadamlarına bakıldığında bunların tamamına yakınının Galatasaray Lisesi, Robert Kolej, Kabataş Lisesi, Haydarpaşa Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, Fransız ve Amerikan Liseleri mezunları olduğunu görürsünüz. İşte asıl istenen budur. Önemli adam olacaksanız bu okullardan mezun olmalısınız ve buralardan mezun olmak içinde, kast sisteminin en tepesinde bulunmalısınız. Eğer Erzurum İmam-Hatip Lisesi’den, Esenyurt Lisesi’nden, Taşlıçay Lisesi’nden, Bayburt Endüstri Meslek Lisesi’nden mezunsanız, sayıları birkaçla sınırlandırılmış üniversiteleri hayal dahi etmemelisiniz.
Bu kesimin SBS sınavlarıyla ilgili düşüncelerini de bu çerçevede düşünmeli ve buna göre değerlendirmeliyiz. Bu gün bu tür sınavların kaldırılmasından bahsedilmektedir. SBS ya da adına ne denirse densin, lise giriş amaçlı sınavları kaldırmanın tek bir yolu, lise türlerini ortadan kaldırmaktır. Bu sınavların kaldırılacağını söyleyenler art arda lise çeşitleri oluşturmakta ve bu çeşitli liselerin sayılarını artırmaktadırlar. Her geçen gün yeni Fen liseleri, Sosyal Bilimler Liseleri, Spor Liseleri hülasa envai çeşit isimlerde, birbirinden ayrı nitelikte liseler açılmaktadır. Buralara acaba hangi kıstaslara göre öğrenci alınacaktır?
Sınavları kaldıracağız söylemi, eğer politik bir argüman olarak kullanılmıyorsa; gerçekten üstesinden gelmenin oldukça güç olduğu bir konudur. Lise çeşitlerini ortadan kaldırıp, herkesin adrese göre kayıt yaptırmasını zorunlu kılmanın, hangi sonuçları doğuracağını da önceden kestirmek gerekmektedir. Bu durumun ilk yansıması özel okulların artmasıdır. İşte o zaman eğitimde zengin fakir ayrımı daha can yakıcı olarak ortaya çıkacaktır.
Buna hazırlıklı mıyız?