Mesleğimizin medar-ı iftiharı, pop sosyologumuz dünya turunda, bir türlü Türkiye'ye gelmiyor. Dün bir başka gazetenin sütununda okudum, 'dinlerler' kaygısıyla Türkiye dışında kalmayı tercih ediyormuş. Kendisini dinlemeyi kafaya koymuşlarsa, dünyanın neresine giderse gitsin tarassut altında olduğunu aklından çıkarmasın.
Yurtdışında kalması biz okurları için yararlı oluyor. Bazen 'pop sosyolog' yanı devreye giriyor, bazen 'araştırmacı gazeteci' olduğunu hatırlıyor. "Kilise teftişine başladı" veya "Her şeyin suçlusunun Tayyip Erdoğan olmadığını nihayet anladı" diyeyim de, dolaşmasının ne kadar hayırlara vesile olduğunu anlayın.
Gene Hackman'ın başrolünde oynadığı 'Conversation' (Görüşme) filmi uzaktan dinlemeye dayalı istihbarat faaliyetlerini beyaz perdeye aktaran ilk eserdir. Francis Ford Coppola konunun ileride ne denli büyük bir dert haline dönüşeceğini anlamış gibi çekmiştir bu filmi.
Anayasa Mahkemesi üyelerinden birinin "Beni dinliyorlar" diye ayağa kalktığını işitince "Bakalım bu iş nereye varacak?" diye düşünmüştüm. Mahcupça da olsa "AKP'nin Ergenekon'u" tarzı yaklaşanlar çıkmaya başladı Önder Sav'ın da dinlendiği anlaşılınca. Göreceksiniz, bu olayı dallandırıp budaklandıracak ve yeni eklenecek örneklerle içinden çıkılmaz hale sokacaklar.
Pop sosyologumuzun Türkiye'deki dinleme olayına kimbilir hangi ülkede toz atarken değinme ihtiyacı duyduğunda andığı filmi, Coppola 1974 yılında çekmişti; yani tam 35 yıl önce. O kadar uzun süre içerisinde yalnız teknoloji ileri gitmedi, insanların duyguları da farklılaştı. Oysa 2007'de yabancı film dalında Oscar'a aday gösterilmiş bir Alman filmini nasıl olmuş da ıskalamış pop sosyologumuz, hayret!
Florian Henckel von Donnersmarck'ın yönettiği 'Başkalarının Hayatı' (Das Leben Der Anderen) adlı film, duvarın yıkılmasından önce Stasi'nin uyguladığı dinleme faaliyetlerini sergiler. Bir tiyatro yazarını hedef seçer ve evinin çatısına kurdukları düzenekle dinlemeye başlarlar. Dinleyen, rejime gönülden bağlı bir görevlidir; ancak dinleme faaliyeti sırasında vicdanıyla görev duygusu arasında sıkışıp kalacaktır. Türkçe versiyonlu DVD'si (As Sanat) bulunabilen filmi izlemedi mi yoksa?
Geçen pazar günü New York'taymış ve kilisede sosyolojik bir inceleme yapmış. Adama boşuna 'pop sosyolog' demiyorum; kilisede turist gibi dolaşmamış, önemli gözlemlerde de bulunmuş. Şu gözlem meselâ: "Pazar ayini tamamlanmış, cemaat kiliseden ayrılıyor. / Kilisenin pastörü kapıda durmuş, ayrılan cemaatin elini sıkıyor." Muhteşem bir anlatım biçimi... Beşinci Cadde Presbiteryen Kilisesi'ymiş burası ve içeride dikkatini çeken bir şey olmuş pop sosyologumuzun: "Sağdaki kapıdan girip içeriye göz atarken, çok ilginç bir şey dikkatimi çekti" diyor. Dikkatini çeken şey, masa üzerine bırakılmış kilisenin faaliyet raporuymuş
New York'ta kiliseye girip faaliyet raporuna göz gezdirdikten sonra "Aaa, din görevlilerinin maaşını devlet vermiyormuş!" hayretini bizlerle paylaşmasını beklerdim. Buradan hareketle de "Lâiklik anlayışımızı yeniden gözden geçirelim" tavsiyesinde bulunmasını... 'Pop sosyolog' ya, işin bu 'temel' yönüne hiç değinmiyor, "Bizde maaşları Diyanet veriyorsa ne olmuş, yine de şeffaflık gerek" türü bir şeyler söylüyor. Bizdeki cami derneklerinin de 50 milyon dolarlık bütçeleri olduğunu sanıyor olmalı.
Sıra Türkiye'yi ziyarete de gelirse ve sosyolojik araştırma amacıyla olsun bir büyük caminin kapısından içeri girmek nasip olursa, pop sosyologumuz, bizde de toplanan paraların hesaplarının dernek panolarına asıldığını fark edecektir. Cemaat bu konularda titizdir çünkü.
"Caminin faaliyet raporu olur mu?" diye soruyor ya yazısının başlığından, bilmediği anlaşılıyor: Her caminin bir derneği veya vakfı vardır bizde de, her birinin yıllık faaliyet raporu hazırlaması şarttır. Tıpkı 5. Cadde Presbiteryen Kilisesi gibi...
Gazetesi dört dörtlük bir araştırma yapmış "Tim'e var da bize içki yok" manşetini atmadan önce. "Aman ha!" diye kendisi uyarmış çünkü. Başbakan Erdoğan "Densizlik yapmışlar" demişti, Sultanahmet'te ruhsatı içki servisine izin vermeyen otel için; Kadir Topbaş ise "AKP'yi zor durumda bırakmak için" demiş...
"Neyse, artık en azından faturayı kime kesmemiz gerektiğini çok iyi biliyoruz" diyor araştırmacı gazetecimiz...
Haberi hazırlayanlar bir de Kadir Topbaş'a ne düşündüğünü sorsalardı ya! Hürriyet'te "Topbaş çark etti" başlığı altında İstanbul Belediye Başkanı'nın gerçek düşünceleri ancak dün yer alabildi.
Pop sosyologumuz korkusu geçene kadar yurtdışında dolaşabilir, ama oradan gazete yönetmek de zor olmalı.