Bayram ziyaretlerinde siyasetten ekonomiye, dış politikadan yoksulluğa her konu gündeme gelir.
Misafirlerimizden 30’lu yaşlardaki genç bir adam, “Ülkemizde artık yardım yapılabilecek fakir aile kaldığına inanmıyorum” dedi. Birkaç başka konuya dair fikirlerini de dile getirdi.
Konu, ihtiyaç sahibi olunca söylenenlerin bir kısmını tashih etmek zorunda kaldım.
Günümüzde, 10 yıl önceye göre daha az insan yardıma muhtaç durumda. Resmi verilere göre artık açlık sınırı altında yaşayan vatandaşımız kalmadı. Yoksulluk sınırı altında yaşayan vatandaşlarımızın çoğunun evine çeşitli isimler altında devlet desteği ulaşıyor.
Deniz Feneri Derneği 1998 yılı Temmuz ayında kuruldu. (Şehir ve Ramazan programı 1996 yılında yayına başlamıştı. Deniz Feneri programı 1997 yılından beri ekranlarda.) Derneğin kurulduğu tarihlerde ülkemizin ekonomisi daha kötüydü. Bugün hayırda yarışan çoğu yardım kuruluşu henüz kurulmamıştı.
1998 şartlarında Deniz Feneri’ni izleyen yüzbinlerce aile yardım talebiyle derneğe başvuru yapıyordu. Bunların araştırması yapıldığında yüzde 70’inin yardıma uygun olduğu görülüyordu.
Günümüzde her insani yardım kuruluşunun kayıtlarında düzenli olarak ya da belli aralıklarla yardım yapmaya layık on binlerce aile mevcut. O kuruluşlarımızın tamamı artık sosyal inceleme dediğimiz bir tahkikat yöntemi ile ailenin gerçek hikâyesini öğrendikten sonra yardım yapıyor.
2002 genel seçimleri öncesinde yardım dağıtımı için gittiğimiz bir ilde Sosyal Yardımlaşma Vakfı’nın ziyarete gittik. Aileleri araştırmak ve yardımları teslim etmek üzere tek personelin bulunduğunu söyledi yetkili. O personel arazideydi, araştırma yapıyordu, kendisini göremedik. Aynı personel başka bir gün vakfın merkezine gelen ailelerin yardımlarını teslim ediyormuş.
Yardım için Sosyal Yardımlaşma Vakıflarına giden vatandaşlarımızdan, “İkametgâh belgesi, fakirlik kâğıdı” gibi belgeler isteniyor, doğru dürüst araştırma yapamadan muhtarın “fakirdir” beyanı yeterli sayılarak yardım yapılıyordu. O haliyle yardım yapmanın isabetsizliğini görevliler de biliyorlar ama personelsizlikten boyunlarını büküyorlardı.
2002 yılı Ekim ayında Doğu’daki büyük bir ilimizde Sosyal Yardımlaşma Vakfının sorumlusu, kayıtlarında bulunan yaklaşık 15 bin aileden bahsediyor, “Ankara’dan para gönderildi, dağıtın denildi. Dağıttık, kayıtlarımız şişti. Gerçek fakirler mevcut kayıtların üçte biri kadardır” diyordu. 2000, 2001 ve 2002 yılları ülkemizin ekonomisinin fevkalade bozuk olduğu yıllardı ve o günün hükümeti Sosyal Yardımlaşma üzerinden vatandaşı rahatlatmaya çalışıyordu. Yetkilinin “Ankara para gönderdi” dediği de bulunan dış kredilerin “sosyal patlama” riskini azaltmak üzere acilen dağıtılmasından ibaretti.
Aradan geçen yıllarda kurulan yeni dernek ve vakıflar daha bilinçli, daha profesyonel ve daha dikkatli araştırmalar yapıyor, yardımlar organize ediyorlar.
Sosyal Yardımlaşma Vakıflarında ciddi bir değişimin yaşandığı ve hem yardım yapılan ailelerin titizlikle tespit edildikleri hem de ihtiyaç sahibi ailelere kayda değer yardımlar yapıldığı biliniyor.
Yapılan yasal düzenlemelerle artık yüzbinlerce aileye çeşitli isimler altında destekler veriliyor. Ailedeki öğrenci sayısına göre destek veriliyor; aile bütçelerine engelliler, yaşlılar, dullar ve bakıma muhtaçlar için ciddi nakit girişleri oluyor.
Çocuklarını yetiştirme yurduna vermek zorunda kalmış aileler ekonomik olarak desteklenerek o çocukların anne şefkati ve yuva sıcaklığında yetişmesine imkân sağlanıyor.
Sosyal haklar, imkânlar ne olursa olsun yine de gönüllü kuruluşlarımızın ilgi ve şefkatine, yardımına muhtaç ailelerimiz her ilimizde, çoğu mahallemizde mevcut, tarihi tecrübeler bize öğretiyor ki her dönemde de var olacak. Düne göre sayıları azalmış da olsa.
“Ülkemizde yardıma muhtaç aile kalmadı” genellemesi yanlıştır. Gerçek ihtiyaç sahiplerini töhmet altında bırakan bir yanı vardır bu yargının. Bir taraftan da hüküm sahibini mağdur vatandaşlar konusunda körleştirici etkisi vardır bu anlayışın.
Bayram ziyaretimize gelen genç kardeşimize, “Yardım yapabilecek imkân bulduğunuzda Deniz Feneri’ni arayın, onlar size istediğiniz ilden istediğiniz mahalleden ihtiyaç sahibi bilgisi verirler. Hatta aileye gidip şartları gözlerinizle gördüğünüzde o aileyi yardıma uygun bulmazsanız yardım yapmayın” dedim
Hz. Peygamber s.a.s Efendimiz, bize fakirleri sevmemizi, onların sofrasında oturmamızı emrediyor.
Bugünün fakiri yarın zengin olabilir, bugünün zekât vereni yarın muhtaç duruma düşebilir.
“İhtiyacım var “ diyerek yardım isteyen herkes dilenci değildir. Dilenci olması durumunda da onlara kötü söz söylemek, kötü muamelede bulunmak doğru değildir.
Bize ihtiyacını açıklamak zorunda kalan insan belki de kapımıza kadar gelmiş gerçek bir fırsattır.
Ramazan boyunca açlığın nasıl bir şey olduğunu bir kez daha iliklerimize kadar hissederek öğrendik. Şimdi bizden beklenen, gelecek Ramazana kadar ihtiyaç sahiplerini görüp gözetmek, Allah’ın bize ikram ettiği nimetlerden bir kısmını onlarla yıl boyunca paylaşmak.
Orucu nasıl tuttuğumuzu merak ediyorsak, bayramdan sonraki hayatımıza bakalım. Merhametimiz artmış, daha çok paylaşan ve çevremizdeki ihtiyaç sahipleri konusunda daha duyarlı bir insan olmuşsak bize mutlu. O durumda sevinelim ki, oruç tutmuşuz, oruç da bizi iyiliklerde tutmuş.
Büyük acılar içinde geçirdiğimiz Ramazan Bayramının İslam aleminin kurtuluşuna vesile olmasını dilerim.