Danıştay 8. Dairesinin katsayı konusundaki verdiği yürütmeyi durdurma kararı ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan'ın GATA'ya hasta ziyareti için gittiğinde içeriye türbanlı olduğu gerekçesiyle alınamayışı dolayısıyla gündeme gelen kamu kurumlarındaki başörtüsü yasağı toplum vicdanını yine derinden yaraladı.
Mahkeme kararlarına ne kadar uyma mecburiyetimiz varsa yine bu tür toplumu derinden etkileyen kararları ve uygulamaları eleştirme ve sorgulama hakkımız da bir o kadar vardır elbet. Tabi burada hukuki eleştiriler getirecek değiliz; zaten onlarca hukukçu bu türden bir çok kararı ve uygulamayı garabet cinsinden eleştiriyor.
Fakat burda üzerinde durulması gereken asıl konu; toplum vicdanını ve doğal olarak ta katsayı ve başörtüsü mağduriyetini yaşayan büyük bir toplum kesiminin tüm bu olup bitenlerden ne anladığı ve nasıl algıladığıdır.
Türk siyasi tarihinin ve düşünce dünyasının önemli isimlerinden rahmetli Osman Yüksel Serdengeçti'yi hatırlayanınız var mıdır bilmiyorum. Serdengeçti, Fakülte öğrenciliği sırasında 1944 mayısında meydana gelen olaylara karıştığı için bir süre hapis yatmış, hapisten çıktıktan sonra öğrenim için aynı fakülteye başvurmuşsa da bu isteği reddedilince dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel'e hitaben yazdığı ve "Yüksek makamın alçak vekiline" diye başlayan yazı yüzünden yeniden hapsedilmiştir.
İşte o yıllarda Ankara'nın Kudretli! valilerinden Nevzat Tandoğan, Serdengeçti'yi huzuruna çağırır ve ona: "Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek." der. [1]
Yine aynı kudretli! Vali, o yıllarda Kastamonu'da sürgünde bulunan ve Çankırı Üzerinden Ankara'ya getirilerek Isparta'ya sürgün edilen Bediüzzaman Said Nursi'nin görüşme talebini kabul eder. Tandoğan'ın makam odasında gerçekleşen bu görüşmede görgü şahitlerinin aktardığına göre Vali Tandoğan, Bediüzzaman Said Nursi'ye zorla şapka giydirmeye ve fiili olarak ta sarığını çıkartmaya çalışır. Buna direnen Said Nursi, Vali'ye; “Bu sarık ancak bu kelle ile beraber çıkar" [2]der ve valilik binasını terkederken de "Nevzat, başından bul!" diyerek beddua eder. [3] (3 yıl sonra Ankara Cinayeti olarak tarihe geçen olaya adı karışan Nevzat Tandoğan kafasına kurşun sıkarak intihar eder)
İşte Nevzat Tandoğan'da şekillenen bu zihniyet; kurulan yeni Cumhuriyet'te kendisini ayrıcalıklı sayan, Cumhuriyet'in anlamının toplumu meydana getiren tüm bireylerin vatandaş olarak eşit statüde olduğunu anlamayan bir avuç elit zümreyi ifade ediyor.
90 yıllık Cumhuriyet geçmişimize baktığımızda bu tipten bir elit zümreyi hep hissetmiş; fakat halkına hep tepeden bakacak olan bu zümrenin, kendi dünya görüşü ve yaşam biçimine uymayan toplumun geniş kesimini kamu haklarından mahrum bırakmak için bu kadar da direneceğini kimse beklemiyordu şüphesiz.
Devletin önemli mevkilerinde aile hiyerarşisinin devam edilmek istenmesi, Anadolu'dan yetişen yeni nesillerin devlet yönetiminde etkin olmaya başlaması ve sermayeye ortak olması bu elit kesimi oldukça hırçınlaştırmış olacak ki; artık Hak, Hukuk kavramlarını da adeta milleti salak yerine koyarak kendi anlayışlarıya yorumlamaya başladılar.
Yoksa; genelde yoksul halk çocuklarının bir an önce bir meslek öğrenip hayata atılmak için tercih ettiği Meslek Liseleri'nin yine dinini yaşamak isteyen ve çocuklarına en azından ibadetlerini yapabilecek kadar dini eğitim aldırmak için gönderdikleri İmam Hatip okullarının önünü her türlü bilimsel yaklaşımdan uzak Katsayı ucubesiyle, yine inanç özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi gereken ve dünya da örneği olmayan başörtülü öğrencilerin üniversite eğitimi almalarının önünü kesmenin anlamı nedir?
Anlamı şudur, yoksul Anadolu çocuklarının ve dini eğitim almış bu çocukların önünü kesmeszsek yarın bunlar Vali olur, Kaymakam olur, Büyükelçi olur, Hakim, Savcı olur, büyük büyük holdink sahipleri olur, hatta ve hatta bunlar Subay bile olur. Öyleyse ne yapıp edip önlerini keselim.
Tandoğan'ın sözleriyle bitirelim isterseniz; "Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek."
1. Doç. Dr. Özcan Yeniçeri, Yönetim ve Bürokrasinin Yozlaşmadaki Rolü-II
1. Abdülkadir Badıllı, Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayatı, 2. C. İstanbul 1998, s. 1210-1217
2. Büyük Larousse, 21. C. Milliyet Y., İstanbul 1986, s. 11201
mail: trntoprak@hotmail.com