Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması ne de çok konuşuluyor. Bu ülkede yegâne dokunulmaz olanlar sadece onlarmış gibi televizyon ekranlarında, gazete köşelerinde, CHP’lilerin ağzında, yarı aydın dillerde, köy kahvelerinde, arkadaş sohbetlerinde hep bu konu. Ülkenin kalkınmasının, gelişmesinin yegâne yolunun milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasından geçtiği söyleniyor. Bunun doğru olmadığını, tek dokunulmayanların milletvekilleri olmadığını söyleyenler de, asıl dokunulmazlığı kaldırılması gerekenlerin bürokratlar olduğunu; eğer dokunulmazlıklara dokunulacaksa ikisine birden dokunulması gerektiğini savunuyorlar. Bu iki uç birleşseler ve dokunulmazlıkları kaldırsalar yani milletvekillerine ve bürokratlara dokunulabilse bütün sorunlar çözülmüş mü olur?
Evet, bu iki kesimin yasal dokunulmazlıkları var. Ama bunlara, ihtiyaç duyulduğunda çok rahat bir şekilde dokunulabiliyor ve yaptıklarının cezasını çok acı bir şekilde çekebiliyorlar. Bunun birçok örneğini biz yakın geçmişte yaşadık. Milletvekillerinin kafasına bastırılarak nasıl polis arabalarına bindirildiğini gördük. Bu dokunulmazlıkların nasıl anında devreden kalktığının son örneklerini kaset skandallarında yaşadık. Rezil kasetleri, ortalara dökülen siyasetçiler, ellerini ayaklarını siyasetten çektiler ve yaptıkları ahlaksızlığın cezasını da herhalde ömürleri boyunca ödeyeceklerdir. Baykal biraz istisna oluştursa da. O da en azından genel başkanlığını kaybetti. Siyasetçi dokunulmazlıklarını dillerine dolayan ülkenin kurtuluşunu burada gören medya mensupları böylesi ahlaksızlıklarda hangi bedeli ödüyorlar. Başkalarının kasetlerini yayınlayarak onların hayatlarını karartan medya mensuplarının kasetleri siyasetçilerden önce yayınlandı. Mesela Ali Kırca, Can Dündar. Hangi bedeli ödediler. Anında bir koruma kalkanına büründürülüp rezillikleri unutturulup yine toplumun karşısına pür-ü pak bir şekilde çıkarılmadılar mı? Yaptıklarının karşılığı olarak hiçbir bedel ödemediler, hiçbir sıkıntı çekmediler. Yine romantik sevgili rollerinde ortalarda dolaşmaktalar.
Yanlış anlaşılmasın, siyasetçilerin ahlaksızlıkları yanlarına kâr kalsın demiyorum. Demem de. Yazdığım yazının konusu da kaset skandalları değil. Söylemeye çalıştığım dokunulmazlık zırhına bürünenlerin aslında siyasetçi ve bürokratlardan çok, başkaları olduğudur. Bu başkaları sadece ahlaksızlıkta korunmuyorlar. Bu başkalarının korunma alanları, çok daha geniş. Onlar katil olduklarında da, hırsız olduklarında da, beceriksiz olduklarında da korunuyorlar, kollanıyorlar ve asla onlara dokunulmuyor. Ve onları koruyup kollayanlar da bu yaptıklarından kesinlikle pişmanlık duymuyorlar. Bunun geçmişten de, günümüzden de onlarca örneğini sıralamak mümkündür.
Bundan birkaç ay önce yazdığım bir yazı da farklı bir bağlamda “Yılmaz Güney adi bir katildir. Bütün çektikleri, sarhoş kafayla meyhanede laf attığı bir kadın yüzünden tartıştıkları Yumurtalık Hâkimini öldürmesindendir. Ve sürgünlüğü bu cezadan dolayı yattığı hapishaneden kaçırılmasındandır. Ancak şimdi sanki çektikleri düşüncelerinden dolayıymış gibi topluma numara çekilip, katilden kahraman yaratıyorlar.” demiştim. Bazı arkadaşlar ezberlerine uymadığı için, “Yılmaz Güney için böyle denir mi, haksızlık etmişsin.” diye itirazda bulundular.
Yine Ergenekon davasında aynı korumacılık işletiliyor. Darbe yapılanması içerisinde yer alan, mesleği gazeteci olan bazı isimler, sanki yazdıklarından, çizdiklerinden ötürü içerdeymişler gibi yaygara koparılıyor. Darbeye teşebbüsten içeri tıkılanlara, demokrasi kahramanı muamelesi yapılıyor. Bu konularda en hassas olduğunu söyleyenler bile “Gazeteciler tutuklanmasın, tutuksuz yargılansın” diyorlar. Bunu da büyük bir demokratlık ayağına söylüyorlar. Gazetecilerin ayrıcalığı, bu korumacılığın, bu dokunulmazlığın kaynağı nedir. Askerler, siyasetçiler, hukukçular daha başkaları tutuklu yargılanabilir ancak gazeteciler ve sanatçılar tutuklu yargılanamazlar. Hele opera, bale, tiyatro, resim, heykel gibi topluma üst perdeden bakan sanat ve sanatçıların dokunulmazlıkları daha geniş alanları kapsamaktadır. Onların her türlü yolsuzluğu, hırsızlığı, beceriksizliği, tembelliği sanat adınadır. Onlar toplumu dolandırsalar da mutlaka bir nedeni vardır. Yıllarca TRT’yi sahte evrakla yolan Mehmet Ali Birant mutlaka bunu güzel işler adına yapmıştır ve ona kimse bunun hesabını sormaz, sormaya cesaret edemez. Çünkü hesap sorduğunuzda basın özgürlüğüne darbe vurmuş olursunuz. Balina baletlere asla “senden nasıl balet olur.” diye hiçbir yetkili soramaz. Çünkü ‘o sanatçıdır.’ Eğer elit zümreden gelmiyorsa bir akademisyenin eserindeki alıntıları anında intihal olarak görülüp, hırsız damgası yer ve meslek hayatı bitirilir. Ancak bunu bir heykeltıraş yaparsa, ona kimse hırsız diyemez. Es kaza böyle bir şeye cesaret eden biri çıkarsa, bu kişi anında sanat düşmanı ilan edilip, defteri dürülür.
“Ucube” heykelinin çalıntı bir eser olduğu ortaya çıkınca hemen “ Ne münasebet efendim, bakınız Almanya’daki “Yüzleşme” isimli eser, oval hatlardan oluşmuş, Mehmet Aksoy’un “Ucube” si ise köşeli. Hem o eserin sanatçısı da acemiye benziyor.” diyerek bir koruma kalkanı oluşturularak, hırsızlığı örtülüyor. Bunu bir başkası yapsaydı, dünyayı başına yıkarlardı. Bu ülkede dokunulmaz olanlar ne siyasilerdir, ne de bürokratlardır. Asıl dokunulmazlar, yarattıkları ucubelerle on yıllardır bu toplumu sömüren, adına sanatçı denilenlerdir, yalan haberlerle, manipülasyonlarla toplumu ifsat eden gazetecilerdir. Edebiyat adına pespayelikleri yutturmaya çalışan Türkçe yoksunlarıdır. Bu ülkenin geleceği bunlara dokunulduğunda daha parlak olacaktır.