Tuz…
Kimyasal olarak bir baz ve bir asitin yani sodyum ile klorün karışımından oluşan basit bir bileşik maddedir. Basit bir şekilde kullanım alanına göre sofra tuzu ve sanayi tuzu diye ikiye ayrılır. Benim ele aldığım tarafı daha çok sofra tuzudur.
Tuz basit bir madde olmasına rağmen insanlık tarihinde çok önemli yere sahiptir. Eski tarihlerde bazı askerlerin ve işçilerin maaşlarını tuz olarak aldığı rivayet edilmektedir. Hatta günümüz İngilizcesindeki maaş manasına gelen "salary" kelimesinin buradan geldiği söylenmektedir. Çünkü asker ve işçilere ücret olarak verilen tuzun Latincesi "salarium"dur ve "salary" kelimesi de buradan çıkmıştır.
Keşfedilip kullanılmaya başlandığı eski tarihlerde tuzun tartışmasız bir önemi vardı. İlk olarak gıdaların kurutulup muhafaza edilmesinde kullanılmasının antik Mısır'da olduğu rivayet edilir. Bunun yanında Çin'deki tuz ile ilgili kayıtların verdiği tarih M.Ö. 2000'e kadar gider. Hitit kayıtlarına göre Anadolu'daki kullanımı da hemen hemen aynı tarihlere denk gelir.
Romanın ilk ticaret yollarından biri de tuz yoludur. Bu yol Avrupa'nın iç kesimlerine kadar uzanmıştır. Özellikle Avrupa'daki yönetimler savaşlar için gerekli kaynağı temin etmek için zaman zaman tuz vergileri koymuşlardır.
Tuzun bu tarihi önemi 20.yüzyılın ilk yarısına kadar devam etmiştir. Çünkü günümüz modern yer bilimi bilgileri ışığında tuz kaynaklarına ulaşmanın kolaylığı eski dönemlerde yoktu. Ülkemizde bile tuza atfedilen stratejik önem nedeniyle neredeyse 1970'lere kadar tuz üretimi devlet tekelinde idi. Günümüzde kaynaklarının tespiti ve üretim teknolojileri sayesinde eski önemini kaybedip sıradanlaşmıştır.
Ne kadar sıradan bir madde olsa da tuzun hayatımızdaki yeri ve önemi daima olacaktır. Ancak tuzun kullanımından bahsettiğimiz an bir miktar ve dengeden de bahsetmek elzemdir. Ölçülü ve yerinde kullanılan tuzun fayda sağlayacağını her zaman aklımızda tutmalıyız.
Buradan hareketle tuzun kültürümüzde tuttuğu yere bir göz atalım. Bahsettiğim ölçüyü burada da göreceğiz.
Bizim kültürümüzde tuz ekmeğin yanında birinci katık olarak anılmıştır. Bundan dolayı "ekmek tuz hakkı" bilmek bir erdem sayılmıştır.
"Tuz ekmek hakkı bilmeyen kör olur" diyerek nankörlüğü engellemek isteriz.
"Ekmeği tuza banıp yemek" yeterli sayılıp kanaatin tarifi olmuş.
"Et kokarsa tuzlanır ya tuz kokarsa?" diyerek görevi düzen sağlamak olanların bozulmasından korkarız.
"Çorbada tuzumuz bulunsun" diyerek hayırlı ve güzel işlere iştirak ederiz.
Kıvamında olan bir şeyi tanımlamak için "tadı tuzu yerinde" deriz.
Bir şeyin bozulmasını da "tadı tuzu kaçtı" diyerek tanımlarız.
Neyin nerede kullanılacağını bilmek gerektiğini "yaraya tuz biber ek(me)mek" diye özetleriz.
Bir işte beklenen maliyet yüksek çıkmış ise o iş bize "tuzluya mal olmuştur".
Herkesin etkilendiği şeyden etkilenmeyenin durumunu anlatmak için "tuzu kuru" deriz.
"Tuzla buz oldu" diyerek bir şeyin tamamen dağılıp gittiğini anlatırız.
Büyütülmemesi gereken halleri ve durumları da o meselenin "tuzu biberi" olarak kabul edilsin isteriz.
Bir kimsenin hatalı olduğunu kinayeli bir şekilde söylemek gerektiğinde o kimseye "tuzlayayım da kokma" deriz.
Bütün bunları göz önüne aldığımızda günümüzde tuzu doğrudan düşman ilan eden anlayışın çok ta doğru olduğunu söylemek mümkün değildir. Evet, fazlası kesinlikle zararlıdır ki bir çok şeyde olduğu gibi. Ancak vücudumuzdaki tuzun eksikliği hayati bir öneme sahiptir. Çöl gibi sudan nasibi az olan yerlerden geçerken kullanılan suya niçin tuz katılır bir düşünelim derim? Aynı şey askerlikte de geçerlidir. Benzer bölgelerde görev alan askerlerin mataralarındaki suya bir miktar tuz eklenir. Neden dersiniz? Çünkü tuzun belli seviyede kaybedilmesi hayati tehlike demektir ve mutlaka ikmal edilmesi gerekir.
Geniş ummanlardan gözyaşımıza kadar yer etmiş bir nesneyi düşman görmek en hafifinden haksızlık sayılır. Gerekli ölçüde ve yerinde kullanmamız halinde tuzun bilakis iyi bir dost olduğunu göreceğiz.
Kokma ihtimalinin olmadığı bir ortamda ve hepimizin tuzu kuru bir şekilde tadı tuzu yerinde bir hayat geçirmek temennisiyle…