Bazı şeyleri konuşmak ve söylemek çok kolaydır. Yaşamadığımız dertleri, çekmediğimiz sıkıntıları üstlenen birini görünce “sabret, geçer...” deriz. Elbette sabredecek... Ne kadar kolay olacaktır bu sabır onu bilemeyiz.
Kadir-i mutlak olan Allah, bize tahammül sınırlarının dışında gibi görülen imtihanları, ağır yükleri, onulmaz dertleri vererek yeni imtihan kapıları açıyor. Rıza şartımız test ediliyor. Biz de “Ya Tahammül Ya Sefer” diyoruz. Sefer bir sala ile olacağına göre, o zamana kadar hepsine tahammül gerekecek.
Bazen hangimiz yaşamıyor ki böylesi gelgitleri... Bulunduğum bu coğrafyanın bize ait ayrılmış imtihanları var. Havası, suyu, yolları, insanları ve her şeyiyle yeni meşakkatler...
Yıllar önce bir mülakat sınavına girmiştim. Salonda önceden hazırlanmış aday sayısı kadar zarf vardı. Sınava gelen her aday, bir zarf çekiyor. Sonra da size zarfın içinde çıkan soruları cevaplamak kalıyor. Hangi zarfın sorusu kolaydı, kime zor soru çıktı diye bunu düşünme ve üzerinde durma şansınız yok. Tüm sorular bireysel...
Ben hayatı buna benzetiyorum. Her birimiz bir zarf çektik. Çektiğimiz zarfın içeriğine itiraz edemiyoruz. “Onların soruları” bize hep kolay görülür. “Başkalarının elindeki tavuğu kaz görme” hastalığımız, burada da kendisini gösteriyor. Ancak sorularımızı değişemiyoruz. Var olana tahammül edip en güzel şekilde sınavı bitirme görevimize odaklanmak gerekiyor.
Denenmek için geldiğimiz bu dünyada imtihanımızın bir bölümünü yaşamak için Burkina Faso’ya adım atmıştık ya... Bu aralar memlekette kalan aile, corona salgını, buraya özgü bazı şartlar, anlaşılmak / anlaşılamamak derken insanın içi ayrı bir kabz / daralma halini hissediyor.
Gönlümün kendini bir cenderede hissettiği bir günün akşamı arkadaşlarla yemek yiyoruz. Sarı bir kabı tarif ederken sarı kelimesinden -ne alaka varsa- “Etek Sarı Sen Etekten Sarısan” türküsü aklımıza geldi. Baktım bizim Fırat, internetten bulup onu bize dinletiyor. Biz de beraberce kulak verdik. Hatta Alim bile gitmekten vaz geçti ve duygulanarak dinledi. Belki de herkes ayrı bir noktaya dikkat kesildi. Ancak sadece kulak vermemişiz anlaşılan... Daha önce bu türküyü ne kadar dinledim onu da hatırlamıyorum.
Türkü bir yerine gelince “herkes kaderine boyun eğmeli ”diyor. Bu türkünün güftesini yazan kişi / kişiler buradan neyi kastetmiş bunu bilemem. Ancak bana yanımdaki hiç kimsenin söyleyemeyeceği bir cümleyi söyleyip kocaman bir nasihati verdi. “Buradasın ve buranın imtihanlarına tabisin. Yaratıldığın bu dünyada sana da burada ve bu şartlarda denenmek çıktı. Şimdi sen de kalkmış bu soruların zorluğundan mı dert yanıyorsun? Ne kadar ayıp... Bu soruların çetinliğinden dert yanmak, ağırlığından şikâyet etmek ve bunlardan kaçacak bir yol aramak hiç de akıllıca değil... Hiç yakışmıyor bunlar. O olmasa başkasıyla sınanmayacak mıydın? Yapman gereken tek şey var: Kaderine razı olmak ve bunları aşmaktır.”
Bir an durup düşündüm. Haklıydı. Arkadaşıma seslendim “Fırat! Aha buraya çiziyorum...” masanın üzerine parmağımla çizgimi çektim. O benim çizgiye baktı ama ne işe yarayacağını bilemedi. Bundan bir şey anlamadı. Ama olsun...
Bizim köyde böyle bir adet vardır. Bir söz verildiğinde “Aha buraya çiziyorum işte...” denir ve görülmeyen o çizgi çizilir. O çizgi kaybolur, silinir ama bizim zihnimizden hiç çıkmazdı. Ben de bugün bir türkünün o mısraında geçen uyarıyla tedavi edildim. İçimdeki eski ahitlerim ve bilgilerim yeniden canlandı. Bunun üzerine içimi daraltan ve beni cendereye koyan her şeyi bir poşete doldurup attım. Alan olmuş mudur? Sanmam. Herkesin derdi kendisine yeter. Ancak bunları yenilememek ve konuşmamak üzere çizgimi çektim. Hatta kendimle bile konuşmayacağım.
Bunu bana ilham eden, gönül rahatlığını bahşeden Allah'a hamdolsun...
Arada türkü de dinlemek lazımmış...