Toynbee’nin meşhur tabiri ile “dünyada yirmi altı medeniyet vardır, on altı tanesi öldü, on tanesi yaşıyor, ama dokuz tanesi onuncusunun, yani batı medeniyetinin tehdidi altında yaşıyor. Bu medeniyetler son anlarını yaşamaktadır”.
Toynbee bu sözü söylediği zaman 1930’lu yıllardı. Bu yıllardaki beklenti ve tasavvur böyle idi. Güya bu mekanizma ile öyle bir dünya oluşacak ki başka medeniyetler yavaş yavaş tarih sahnesinden silinecek ve dünyada seküler bir cennet ile kıyametin sonuna kadar bu medeniyet çatısı altında gidilecekti. Tabi bu Toynbee nin görüşleridir. O yıllarda böyle bir tabir kullanıyorlardı. Gerek Toynbee, gerek Fukuyama, gerek Huntington ve diğer Avrupalı yazarların dünya medeniyetine bakışı bu yöndeydi, bulundukları yerden bakma özellikleri vardı. Bu insanların dünyanın kuruluşundan bu yana, kurulan medeniyetlerin nasıl kuruldukları, nasıl yaşadıkları ve nasıl yok olduklarını unutarak bu medeniyetin verdiği sarhoşlukla kendi medeniyetlerinin daim ve payidar olacaklarını düşünmektedirler. Aynı şekilde Osmanlı devleti içinde kullanılan “devlet-i ebed müddet” tanımlaması vardı. Ama devlet-i ebed müddet imparatorluğu düşünüldüğü gibi olmadı ve çöktü. Bu imparatorluğun yaptığı hatalar ve sebep sonuç ilişkisi değerlendirildiğinde, bundan önceki büyük Roma-Bizans imparatorluğunun düştüğü hataların aynısıydı. Ve bugün Toynbee nin zikrettiği sözü; kıyametin sonuna kadar devam edecek Avrupa medeniyetinin de bundan önceki medeniyetlerin düştüğü hataların aynısını yaşadıklarını gözlemlemekteyim, sonuç Avrupalılar için üzücü olacaktır ve Avrupa medeniyeti de dağılacaktır. Şuanda parçalanmış, dağınık, birlik ve beraberlikten yoksun olan İslam ülkelerinin de Türkiye çatısı altında muhakkak ki Osmanlının devamı olabilecek bir yapıya kavuşması kaçınılmaz bir gerçektir.
Geniş İslam toprakları aynı şekilde Osmanlı sınarları içerisinde bulunan dağınık ve güçsüz yaşayan toplulukların toplayıcısı her mutlak varsayımda Türkiye’dir. Tarihin kendisine yüklediği misyonla hasta Osmanlının doğurduğu Türkiye cumhuriyeti geçmişteki hastalıkların tedavisinin çarelerini bulmak zorundadır. Şuandaki dünya konjektörü Türkiye’nin öncülüğünde böyle bir oluşumun meydana getirilmesinde, Türkiye gereken kabiliyet ve güce sahiptir. Bunu yapabilmesi için de kendi içerisinde halkıyla barışık, devlet-millet bütünlüğünü sağlamış, demokratik hak ve özgürlüklerin halkın hür ve özgür vicdanına sinmiş olması, ekonomik ve sosyal hakların tanındığı bir Türkiye de bu harekete öncülük edebilir. Bu öncülüğünün startını demokratik açılımlarla yapmak zorundadır. Kendi içerisindeki sıkıntıları gidermeden, halklar içerisindeki kardeşliği, beraberliği, birlikteliği oluşturmadan kendi öz halkları arasındaki fitneyi, huzursuzluğu gidermeden tarihin kendisine yüklemiş olduğu bu misyonu ancak ve ancak geciktirmiş olacaktır. Bu açılımların yüz yıl içerisinde ekilmiş olan fitne tohumları olduğundan kuşkusuz hiç kimsenin şüphesi yoktur ki; bu sorun ve dava sadece Kürt kardeşlerimizle ilgili alakalı değildir. Bu açılım Türkiye’de ki bütün etnik yapıları kapsayan oluşum olmalıdır. Kültürel, ekonomik, sosyal ve tarih konularında açılımların gerçekleştirilmesi, herkesin hak ve hukukunu gözeterek herkesin varlığını kabul ederek Türkiye cumhuriyeti çatısı altında birlik ve beraberliği temini konusunda ciddi çalışmaların yapılması gerekmektedir. Son günlerde kamu gündemini meşgul eden, demokratik açılımın sadece Kürt kardeşlerimize mal edilmesi bu açılım kısır kalacak ve önümüzdeki yüz yıl için ekilmiş büyük bir tehdit olarak karşımıza çıkacaktır. Bu nedenle bu açılım sadece Kürt açılımı olmamalıdır. Laz’ın, Çerkez’in, Rum'un, Arab'ın, hep birlikte kardeşçe yer aldığı bir açılım birlikteliği olmak zorundadır. Bu açılım kendi içimizdeki sorunları kardeşçe çözecek, bu dar elbiseyi yırtacak, yüz yıl önce parçalanmış olan, bir birlerinden koparılan, öksüz bırakılan kendi kaderine terk edilen diğer Osmanlı devletinin tüm himayelerini birleştirecek ve tarihin bize yüklediği bu sorumluluk yolunda hep beraber yürümek zorundayız. Tarih tekrar tekerrürden ibarettir, ve tarih tekerrür etmiştir. Bu nedenle Toynbee nin görüşlerinde yanılmıştır. Bizim bin dört yüz yıllık medeniyetimiz, tarih sahnesinde hep güzellik, kardeşlik tohumları ekerek bugüne gelmiştir. Bugün çeşitli sıkıntılar yaşıyor olabiliriz. Ekilen tohumlar illaki bir gün yeşerecektir.
Geçmişimize dayanarak geleceğimize yön verirken topraklarımız içerisindeki sorunlarımızı çözerken senkronize bir şekilde gerek komşularımızla gerek tarihte akraba ve kardeş bağlarımız olan tüm halklarla ilişkilerimizi iyileştirip, geliştirmek zorundayız açılım bu yönde ve bunlar göz önüne alınarak geniş ve kapsamlı olarak yapılmalıdır.
Bu açılımın sadece içerde Kürt sorunuyla ilişkilendirilmemesi gerekmektedir. Bu açılımın kapsamı, kuzeyde Gürcistan, Ermenistan, doğuda İran, Irak, güneyde Suriye, batıda Yunanistan, Bulgaristan sınır komşularımızla beraber Arap yarım adası, Orta Asya, Afrika ülkeleri ve Avrupa' nin ortasına kadar birlikte kader geçmişimiz olan ülkelerle, aradaki sorunların çözümü noktasında kültürel, sosyal ve ekonomik, alanlarda çalışmalar şeklinde olmak zorundadır. Bu tarihin bize yüklediği en büyük misyondur. Osmanlı toprakları içerisinde ki ülkelerle daha sıcak diyaloglar ve somut adımların atılması gerekliliğinin sağlanması kaçınılmazdır. Daha on yıl öncesine kadar düşman ilan edilen Suriye ile bu gün vizeyi kaldırıp rahat dolaşımın sağlanması noktasında yol kat edilmişken, açılımın sadece içerde değil dış açılım’ında çok önemli olduğu vurgusu anlam kazanmaktadır. Gelecekte Irakla, Afrika ile, orta Asya ile tıpkı Osmanlıdaki gibi bir şehirden bir şehre gidercesine rahat ve sorunsuz dolaşım ve paylaşım hakkına kavuşulacağı günleri sabırsızlıkla bekliyorum. Yapılacak açılımın bu duygu ve bu düşünceyle tarihimize yakışır bir şekilde Neoosmanlıların eliyle yazılmasını en içten ve samimi duygularımla temenni ediyorum.