Demokrasilerde yönetimi belirleme/iktidarı seçme gücü halkın elindedir. Bu güç halka aynı zamanda büyük bir sorumluluk yükler. Çünkü yönetimin belirlenmesindeki ana güç, baş belirleyici kendisidir. Bu sebepten oy verme hakkına sahip her kişi gözünü dört değil sekiz açmak zorundadır. Çünkü Verdiği oyun karşılığı olan mesuliyet sadece bu dünya ile sınırlı değildir.
Seçimler Osmanlıda Başladı
Türk Milleti seçme-seçilme hakkını Cumhuriyetten önce Osmanlı Döneninde kullanmaya başlamıştır. “Meşrutiyeti ilan etme şartı” ile başa geçen Abdülhamid Han, gidişatın kötü olduğunu görünce Anayasanın kendine verdiği yetkiye dayanarak meclis-i Mebusanı kapattı. 33 yıl Osmanlıyı idare eden Padişaha karşı saltanatın son yıllarında güçlü bir muhalefet oluştu. Muhalefetin başını İ.T.P ( İttihat ve Terakki partisi) çekiyordu. Padişahın Uzun süren iktidarı halkı yormuş, millette bıkkınlık yaratmıştı. Bu nedenle Abdülhamid’in başarılı yönetimi, İttihatçıların dış destekli güçlü muhalefeti karşısında pes etti ve Padişah istemeyerek Meşrutiyeti ikinci kez ilan etti. Seçimlerde İ.T.P iktidar oldu.
İttihat Terakkinin Padişah için yaptığı propagandaların başında, “despot, zalim, diktatör, cimri, müsrif, korkak…” İftiraları vardı. Onlara göre “Abdülhamit gidecek dertler bitecek ”ti. “Avrupalılar baskıyı azaltacak, Osmanlı’ya karşı ayaklanan ve ayrılmak isteyen ekalliyet (azınlıklar, Bulgarlar, Sırplar, Romenler…) başkaldırılarına son verip ayrılmaktan vazgeçip ‘Osmanlı Milleti’ adı altında, ittihatçıların liderliğinde kurulan Meşruti idare ile mutlu mesut yaşamaya başlayacaklardı.” Bu hikâye nasıl bitti dersiniz; İktidara gelen İ.T.P öyle bir baskı kurdu ki onları Abdülhamid’e karşı destekleyen insanlar bile şaştı kaldı. Onlardan Rıza Tevfik Bölükbaşı:
“…Pâdişah hem zâlim, hem deli' dedik,
İhtilâle kıyam etmeli dedik;
Şeytan ne dediyse, biz 'beli' dedik;
Çalıştık fitnenin intibahına.
Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz,
Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz.
Sade deli değil, edepsizmişiz.
Tükürdük atalar kıblegâhına.
Sonra cinsi bozuk, ahlâkı fena,
Bir sürü türedi, girdi meydana.
Nerden çıktı bunca veled-i zinâ?
Yuh olsun bunların ham ervâhına!...” mısralarını yazmıştı.
Türkiye, demokrasiye geçtiği 1950 yılından beri birçok iktidar ve muhalefet gördü. Bu sebeple bu günkü iktidar ve muhalefeti değerlendirirken dünü iyi bilmek lazım. Muhalefette iken “bülbül gibi şakıyan”, millete çok güzel hayaller vaad eden partiler/liderler iktidar olunca neler yapmışlar bilmek gerek. Ne demiş atalarımız , “Kızı kızken görme, gelinken gör; gelinken görme, beşik ardında gör...” bu sözü şöyle değiştirip siyasete uygularsak anlamı daha iyi ortaya çıkar: “ Partileri/ liderleri muhalefette iken değil iktidar olunca gör.”
"MUHALEFETTE DOĞRU SÖYLER İKTİDARDA ŞAŞAR"
Gençler bizim gibi ak saçlıların tecrübelerinden yararlanmalı. Böyle yaparlarsa yarınki aldanışları daha az olur. Bir zamanlar bizde hülya yıldızları ekiyorduk ülke semalarına. Şahsıma benim gençliğimin önemli bir bölümü Rahmetli Erbakan’ın peşinde geçti. O’nun 'siyaseten' söylediği mecazları gerçek sanarak büyük aldanış tepelerine oba kurduğumu yıllar sonra öğrendim. Hocanın, diğer partiler ve liderler ile ilgili söyledikleri (Batı Kulüp gibi) İktidara geldiklerinde ( rektörlerin başörtülü kızlara selam duracak..) gibi sözleri, Özal ve diğer liderler için yaptığı olumsuz değerlendirmeler …” Bunların birer mecaz olduğunu çok geç anlayanlardanım.
Rahmetli'nin, 40 yıllık bir siyasi çalışmadan sonra birinci çıktığı, lakin tek başına iktidar olamadığı seçimden sonra, koalisyon için ortak ararken seçim meydanlarında söylediği sözleri unutarak,T. Çiller ve Mesut Yılmazla koalisyon kurmak için girdiği diyalogları, Özal rahmetli olunca onunla ilgili (Özal iktidarda iken söylediği onca olumsuz sözü unutarak) pek güzel sözler sarf etmesi… Siyasetçinin muhalefette iken söylediklerinin çok da önemsenmemesi gerektiğini öğretmişti bizlere. Tabi bendeniz gençliğimde Erbakan Hocanın peşinden koştuğum için onu örnek verdim. Yoksa bu mevzuda Demirel'in eline kimse su dökemez. Ecevit, E. İnönü başta olmak üzere iktidar olmuş liderlerin insanı şaşırtan hikâyeleri pek çoktur. Demirel’in ”dün dündür bugün bugündür” sözü, liderlerin, muhalefette başka, iktidarda başka olduklarının/olacaklarının en açık belgesidir.
"SİYASETİN GEREĞİ BÖYLE DEMEKKİ"
Günümüzde de değişen fazla bir şey yok. Sayın Erdoğan bu konuda en tutarlı davranan lider. Buna rağmen O’nun da muhalefette iken söylediği sözler ile vadettiği uygulamalar arasında az da olsa ( uzun iktidar dönemi göz önüne alınınca) zıtlıklar var. Bunların başında İstanbul sözleşmesi vardı. Siyasete ilgi duyan gençlerimiz iktidarı ve muhalefeti demokrasi tarihimize bakarak değerlendirmeli. Aksi halde peşinden koştukları hayallerin kendilerini "acı gerçekler diyarına" götürdüğünde pek şaşırırlar. Gençler! Partilerin, ”Oyunu ver gerisini merak etme ” sözü üzerinizdeki mesuliyeti kaldırmaz. Bu cümleden olmak üzere son günlerde muhalefetin iki önemli ismi sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Akşener Kanal İstanbul’a karşı yürüttükleri muhalefetin dozunu öyle artırdılarki söyledikleri akla, mantığa, tarihe, devlet geleneğine zıt: “… İktidara geldiğimizde Kanal İstanbul için para ödemeyeceğiz…” Bu sözü söyleyen, bu vaadi veren sayın liderler galiba şunu unutuyorlar: Tayyip Erdoğan başa geldikten sonra kendinden önce yapılan tüm borçları ödedi. Mesela Erdoğan İMF ye olan borcu, KEY’ leri, NEMALAR’ı… Ödedi. Muhalefetin mantığına göre Ödememeli idi. Halbuki hiçbir devlet böyle yapamaz. Mesela Türkiye Cumhuriyeti bırakın Cumhuriyet Hükümetlerinin borçlarını, OSMANLI'NIN BORÇLARINI BİLE ÖDEDİ .
Birkaç kaynak : https://www.aydinlik.com.tr/ataturk-ve-inonu-doneminde-odenen-osmanli-ic-ve-dis-borclari-207182