OXFORD (İngiltere)- Bu yazı her ne kadar 'Oxford' mahreçli yazılıyor olsa da, iki günlük gezi izlenimlerini yansıttığım Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu siz bu satırları okurken çoktan bir başka ülkeye gitmiş olacak.
Son on günde havada ne kadar kilometre yaparak kaç ülkeyi ziyaret ettiklerini hesaba kalkışan yardımcılarının çektiği zahmet görülmeye değerdi.
Bakanlıktaki bir yılını 1 Mayıs günü doldurdu Prof. Davutoğlu; dünya için bayağı çalkantılı, Türkiye için de risklerle dolu bir yıldı. Sadece etrafımızı saran coğrafyadaki kriz noktalarını teşkil eden ve çok sayıda ülkeyi ilgilendiren Filistin, Karabağ, Irak, İran gibi sorunlarla ilgilenmekle kalmıyor artık Türkiye, geçen hafta Sırbistan ve Bosna-Hersek liderlerinin Ankara'da biraraya geldikleri düşünülürse uzak coğrafyalar da ilgi alanı içine giriyor.
Türk dış politikasının dinamiklerinin anlaşılması o kadar kolay değil; kolay değil, çünkü 'çıkarlar' üzerine oturan ve kendini düşünmeyi önceleyen yerleşik anlayışa ters... 'Yeni diplomasi' ülke içindeki barışı sağlayabilmek için etrafın sorunsuz hale gelmesi gerektiğini biliyor; evrensel barışa ancak muhataplarını da en az kendisi kadar düşünen ('selfless') bir yaklaşımla erişilebileceğini hesap ediyor.
Komşumuz Yunanistan geçmişte Türkiye'ye az çektirmedi; ayrılıkçı terörün azmasında ne denli belirleyici bir rol oynadığını en son Öcalan'ın Kenya'daki Yunanistan Büyükelçiliği'nde misafir edilmesiyle görmüştük. Başka huzursuzluklarda da perde gerisinde olumsuz roller oynadığı biliniyor Yunanistan'ın...
Yunanistan şimdi zor durumda; bir ülkenin ekonomik açıdan düşebileceği en kötü durumu atlatmak için olağanüstü çaba gösteriyor. 'Dost' bildiklerinden anlayış yerine kötü muamele görüyor; ekonomisine destek çıkıp Yunanlılara rahat nefes aldırması beklenen Avrupalı dostları bunu pahalıya mal ettirmenin peşinde.
Türkiye ise Yunanistan'ın düzlüğe çıkması için 'iyi komşuluk' neyi gerektiriyorsa onu yapıyor; Yunanistan'ın çektiklerini kendi başına gelmiş gibi hissediyor ve bunu hissettiriyor da...
Hem açık toplantılarda hem de gezisini izleyen gazetecilerle konuşurken, "Politikalarımız eleştirilebilir; ancak içeride farklı dışarıda farklı konuştuğumuz, muhataplarımızı aldattığımız, çifte standartlı davrandığımız söylenemez" iddiasını sürekli tekrarladı.
Türkiye'nin yeni diplomasisi 'güvenilirlik' üzerine oturuyor ve bugüne kadar izlenen çizgi karşısındakileri de aynı tarzda cevap vermeye zorluyor.
Sırbistan'la coğrafi yakınlığımız yok, ancak 500 yıla varan uzun bir tarihi geçmişimiz var. Tarihimizin parlak simalarından Sokullu Mehmet Paşa bir Sırp delikanlısıydı; Enderun'da yetişti, Osmanlı'nın sadrazamlığını yaptı. 'Ulus devlet' arayışı sonucu gelen kopuş elbette hoş olmadı; Sırbistan'ın bize 'olumlu' bakmayacağını düşündürecek kadar hoş olmadı hem de...
Oysa Bosna-Hersek ile ihtilâfının çözümünde Sırbistan'ın tercih ettiği 'partner' bugün Türkiye... Bir Avrupa Birliği politikacısının "Neden bizimle değil de Türkiye ile?" sorusuna aldığı cevap mânidar: "Bizim Türklerle 500 yıllık bir geçmişimiz var; sizinle aynı duruma gelebilmemiz için de 500 yıl gerekir..."
ABD de, İsrail de, çevremizdeki ülkeler de Türkiye'nin 'güvenilirlik' üzerine oturan bu yeni dış politikasından nasipleri kadarını alıyorlar. Bu da Türkiye'nin, siyaset adamlarının ve diplomatlarının sürekli sınanması ve her seferinde 'güvenilir' bulunması demek...