Türkçeyi Katl Ettiler!

xxx43

Kuzum siz bu konuştuğumuz, yazdığımız lisana Türkçe mi diyorsunuz? Böyle sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Evet bizim konuştuğumuz dil de Türkçedir ama sokak, çarşı pazar günlük iletişim Türkçesidir o. Asıl Türkçe bu Türkçe değildir. Başka bir Türkçe, yazılı, edebî, zengin Kültür Türkçesi vardır ki asıl "lisan-ı 'azbü'l-beyan-ı Türkî" odur, "şîrin zeban-ı Türkî" odur ve heyhat ki heyhat, biz o güzel Türkçeyi yitirmişizdir.

Üç beş yüz kelime ve ünlemle kullanılan bugünkü kaba dil ne kadar zavallı, fakir, yavan ise; yüzbinlerce kelime ve tâbirden müteşekkil zengin Türkçe o kadar ince, o kadar medenî, o kadar latiftir.

Yitirdiğimiz o güzelim Türkçeyi tekrar ele geçirebilir miyiz?.. Heyhat, bu, belki muhal ve mümteni değildir ama çok zordur.

Bin yılda oluşan harika bir lisan kırk elli senelik bir tahribat sonunda işte bugünkü kuş diline dönüştürülmüştür.

Türkiye Müslümanlarının dilini kestiler, yüksek enderun ve divan kültürünü katl ettiler...

1940, 50, 60 yıllarında halk bunun farkında idi. Artık lisan kırımının fecaatini ve felaketini idrak eden çok az kişi kaldı.

Bir millet sadece topla tüfekle, bomba ile mağlub edilip yere serilmez. Lisanını tahrip ederseniz onu yine yıkmış, zelil ve esir etmiş olursunuz.

Türkiye Müslümanları Arapça bilmediği için bizden din kültürü dili Türkçedir. Hangi Türkçe? Elbette zengin yazılı edebî Türkçe. İşte o Türkçe elden giderse tereddi, tefessüh, yozlaşma, zillet, esaret başlar.

Müslüman halk o hale düştü ki, Ömer Seyfeddin hikayelerini bile yüzde yüz anlayamıyor. Piyasadaki Ömer Seyfeddin kitaplarının zengin ve güzel Türkçeden, fakir ve sade suya tirit Türkçeye tercüme edilerek yayınlandığını bilmiyor musunuz?

Müslümanların kaçta kaçının gündeminde Türkçe meselesi yer almaktadır.

Zaman zaman bendenize "Çok ağır yazıyorsun, kullandığın bazı kelimeleri anlayamıyoruz" mealinde mesajlar geliyor. Ağlayayım mı, güleyim mi bunlara? Benim yazdığım Türkçe, bilmecburiye, sâdenin sâdesi, basitin basiti bir Türkçedir. Bu anlaşılmazsa ben nelere gideyim?

Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda Türk Dil Kurumu Başkanıyla ayak üstü konuştuk. İki yüz bin kelimeyi aşan bir sözlük bastırmışlar. Yazık ki bunların kısm-ı âzamı kullanılmayan, ölü kelime ve tabirlerdir. Başkan beyefendi, beş yüz bin kelime ve deyim ihtiva eden çok büyük bir sözlük daha hazırladıklarını, lakin bunun henüz basılmadığı söyledi.

Zengin Türkçenin yaşayıp yaşamadığının ölçüsü şudur:

Otuz kişilik lise son sınıfta en az beş öğrenci

• Osmanlı (İslâm/Kur'ân) alfabesiyle 1928'den önce basılmış Fuzulî divanını kolayca, hiç takılmadan okuyabilecek.

• Herhangi bir kaside veya gazeli şerh edebilecek.

• Bu kıraatten zevk alacak, haz duyacak.

• Fuzulî'den, Baki'den, Şeyh Galib'ten, Koca Ragıb Paşa'dan, Ziya Paşa'dan ve emsali şuara-i Osmaniye'den yüzlerce mısra, beyit, kıt'a ve rubaiyi ezbere bilecek ki, bu memlekette zengin ve edebî Türkçe yaşıyor diyebilelim. Zengin, edebî, yazılı, medenî (tersi bedevîdir!) Türkçenin canına okuyanlar Türkiye'ye, Türkiyelilere en büyük düşmanlığı yapmıştır. Japonlar'ın başına böyle bir dil ve yazı felaketi gelmiş olsaydı kalkınamazlardı.

* (İkinci yazı)

KÜÇÜK KIZ ÖĞRENCİLERİN BAŞLARINI ÖRTMEK MESELESİ

Birinci gerçek: Türkiye halkının çoğunluğu Sünnî Müslümandır.

İkinci gerçek: Türkiye Sünnîlerinin, uluslararası insan hakları beyannameleri ve sözleşmelerinde belirtilmiş olan din ve inanç ile ilgili hakları ve hürriyetleri, ülkedeki rejim (düzen, sistem) tarafından vahim şekilde kısıtlanmış bulunmaktadır.

Üçüncü gerçek: Bu haklardan biri, "Anne ve babanın reşid olmayan çocuklarına istediği dinî eğitimi verme hakkıdır."

Dördüncü gerçek: Türkiye Sünnîlerine, on beş yaşından küçük çocukları için özel öğretmenler tutarak din ve Kur'ân dersi verdirmeleri kanunen yasaktır.

Beşinci gerçek: Büluğa eren kız çocuklarının tesettüre girmesi Sünnî İslâmlıkta farz-ı ayndır, yani kesin bir emirdir. Kur'âna ve Sünnete dayanan bu emrin okullarda yerine getirilmesine Türkiye devleti izin vermemek suretiyle Sünnî Müslümanların temel haklarından ve hürriyetlerinden birini çiğnemiş olmaktadır.

Altıncı gerçek: Okullardaki başörtüsü yasağı eşitlik temel prensibine ve adalete aykırıdır.

Yedinci gerçek: "Reşid (ergin) olmayan çocuk başını örtmez, öyleyse okullardaki başörtüsü yasağı doğrudur" sözü ve iddiası temelsizdir. Çünkü, ebeveynini çocuklarına istediği dinî eğitim ve terbiyeyi vermek hak ve hürriyetine aykırıdır.

Sekizinci gerçek: Türkiye okullarında, Sünnî Müslümanlıkla bağdaşmayan ve uyuşmayan, Atatürk'ün ölümünden sonra ortaya çıkartılmış Kemalizm resmî ideolojisinin Sünnî çocuklarına zorla bir din gibi benimsetilmeye çalışılması, din hürriyetine ve insan haklarına aykırıdır.

Dokuzuncu gerçek: Demokrasinin, insan haklarının, hukukun üstünlüğü prensibinin anavatanı olan İngiltere'de yaşayan dindar Sünnî Müslümanlar, ilkokulun birinci sınıfından itibaren kız çocuklarını okullara başları örtülü olarak göndermek hak ve hürriyetine sahiptir. TC de bu âdil, insaflı, hikmetli uygulamayı taklit etmelidir.

Onuncu gerçek: Türkiye'de okullarındaki mecburî din derslerinde okutulan bilgilerin bir kısmı Sünnî Müslümanlıkla bağdaşmamaktadır. Bu dersler, Sünnî Müslüman çocuklarının beyinlerini yıkamaya, onlara resmî ideolojiyi paralel bir din gibi kabul ettirmeye yöneliktir ve bu yüzden insan haklarına, hukuka, adalete aykırıdır. Sünnîlerin çocuklarına, resmî din derslerinde aykırı bilgiler öğretilmemelidir.

Onbirinci madde: Bizde de isteyen dindar ana babalara (veya velilere) reşid olmayan kız çocuklarını, İngiltere'de ve nice medenî Batı ülkesinde olduğu gibi, okullara başları örtülü olarak göndermek hakkı tanınmalıdır.

 

(DÜZELTME: "Edepli, İnsaflı, Olumlu Tenkitler" başlıklı yazımın 4'cü maddesinde geçen "câli" kelimesi musahhihler tarafından "cahil"e çevrilmiştir. Câli, zengin-edebî Türkçede "yapmacık" mânâsına gelir. Yazılarımda bu gibi tasarruflar ve değişiklikler yapılmaması gerekir. Okuyucularıma özür beyan ederim. MŞE)