Dünyaya hakimmiş gibi gözüken Batı, bugün tükenmişlik sendromu yaşamaktadır. 19 ve 20. yüzyılda zirve yapan seküler, pozitivist, liberal ve rasyonalist felsefenin insan için biçtiği rolün defoları gizlenebilir olmaktan çıkmıştır. İnsanı rasyonel kabul eden ve rasyonel insanın en doğru kararı vereceği ön kabulünden hareket eden, her şeyi maddeye odaklayan bu seküler anlayış geçmişteki de çeşitli müdahalelerle bugüne kadar ayakta kalmayı başarmıştır.
Sözgelimi, seküler felsefenin ekonomik ayağı olan (vahşi) kapitalizm döneminde (1940’lı yıllara kadar) işçiler fiili köle haline gelince sosyal devlet ilkesini geliştirerek işçileri işverenlerin büsbütün insafından kısmi olarak kurtarmıştır. Kurtarmıştır kurtarmasına ama insani statüye de terfi ettirememiştir. Zira kapitalizmde işçi hala bir ‘insan’ değil maliyet unsurudur. Oysa kadim kültürde, sözgelimi İslam’da işçi, yani emek bir değer olarak ele alınır. Bu yüzden karşılığı alnı kurumadan verilmesi öğütlenir.
Zaman içerisinde sosyal devletin de yeterli gelmediğini gören bu felsefe değer esaslı ilkelere geri dönme ihtiyacı hissetmiştir. ‘İş etiği’ kavramını geliştirdi mesela… Ahlak diyemedi, çünkü ahlak son tahlilde dine dayanmaktadır. Oysa seküler yaşam ve laik devlet bütün kazanımlarını dine karşı durmaktan elde etmişti… Veya altruizm kavramı üzerinde yoğunlaşma gereği hissetmiştir. Diğergamlık yani… Hayırseverlik… Oysa kadim kültürde bütün bunların karşılığı var zaten…
Seküler felsefe ve bunun ekonomik ayağı olan kapitalizmde bunun karşılığı yok elbette… Ama süreç onu buna zorladı. Sosyal devlet dedi, beşeri sermaye dedi, sosyal sermaye dedi. Yetmedi kurala bağladı… Merhameti bile yasaya (Japonya-merhamet yasası) bağlamak zorunda kaldı. Bir başka deyişle fevkalade insani bir duygu olan insanlara yardım etme hissiyatını geçmişte çekip elinden aldığından kurala bağlamak zorunda kaldı. Oysa arasına mesafe koyalı yüzyıllar olmuş değer merkezli hayat felsefesinde her birinin cevabı vardı. Bütün bunlar sadra şifa olmadı tabii… Bu yüzden sürekli itibarsızlaştırılan değer merkezli yapılar yeniden dikkatleri çekmeye başladı.
Geçtiğimiz birkaç yüzyılda ideolojik saplantı içerisinde olan devletler kimi sembolleri kullanarak kendilerine sanal (ve geçici) bir meşruiyyet sağladılar. Batı medeniyeti bir bütün olarak bunu temsil eder aslında… Geliştirdiği değerleri (demokrasi, sekülarizm, laik devlet, liberalizm, kapitalizm), bir aşamadan sonra bizzat kendisi sorgulama gereği hissetmiştir. Şimdilerde batıda kapitalizm gibi kutsal dokunulmaz olan demokrasi de sorgulanır olmuş, ‘epistokrasi’ olarak isimlendirdikleri bilge kişiler yönetimini’ tartışır olmuşlardır.
Böyle toplumlarda sanal ve geçici olan sadece semboller değildir. Aynı zamanda kahramanlar da öyledir. Kahraman olarak pazarlananlar ya seri katildir ya da işbirlikçi... Bütün çaba da zaten bu durumu kamufle etmek içindir. Düşünsenize; ‘heil Hitler’ diye führeri (tek lider) kutsayanları... Ya da en azılı diğer bir katil olan Stalin'e o tamam diyene kadar alkış tutanları... Veya bugün liderleri için gözyaşı döken, peşinden koşturan Kuzey Korelileri... Ya da kutsanan ve tapınak haline getirilen kimi yapı ve kişileri…
Dedik ya; bunlar görünen sanal ve geçici kahramanlar diye... Gerçek kahraman olsalar buna ihtiyaç duymazlar zaten... Kendileri de takipçileri de… Siz hiç antikacının bağırdığını, malına övgüler düzdüğünü gördünüz mü... Ama eskicinin boğazı yırtılır adeta... Sahte kahramanların hem korunmaya hem de övgüye ihtiyacı vardır zira...
Bu çürük ideolojilerin bir kısmı bütün ihtişamı ve saldığı korkuya rağmen gümbürt diye yıkıldı gitti. Sovyetler bunun en klasik ve klas örneğidir. Arap diktatörler de öyle... Küçük bir dokunuşta darmadağın oldular. Bunlar tabi tarihi örnekler... Şimdilik Kuzey Kore ve kısmen de Çin biraz böyle zorlamalarla ayaktalar... Batıdaki mudilleri de yeni arayış içerisinde…
Bu sanal ve bir o kadar da geçici semboller, yani ideolojiler ve (sahte) kahramanların hala yaşayan örnekleri de var. Üstelik önemsiz denmeyecek kadar kesimleri de arkasına takmış durumdalar... Bu ikna Sovyetlerde olduğu gibi mukadder sona mahkûm olsa da şimdilerde oracıkta-şuracıkta, dibimizde-içimizde, yanı başımızda duruyor işte… Sembol, değer ve önem atfedilen günler büyük ve gürültülü törenlerle kutsanır böyle devletlerde... Adeta Kuzey Kore'deki askeri geçit törenleri gibidir. Liderler de öyledir. En iyi yaptıkları şey de budur zaten...
Şimdilik ideolojik beslemeler ve tehditlerle ayaktalar… Ama ideolojik beslemeler sıradan insan için sürdürülebilir değildir. Tehditler de düşünen insanlar için… Karşılık bulduğunda ise her birinin sonu ya Sovyetler gibi olacak ya da Arap diktatörler gibi… Sembolleri de, kahramanları da…