4 ülkeyi kapsayan 10 günlük bir yurtdışı seyahatinden henüz döndüm... Yurtdışına çıkarken, Kılıçdaroğlu, "CHP genel başkanlığına aday olmayı aslâ düşünmediğini" söylüyordu; döndüğümde, Kemal Bey, CHP genel başkanı "olmuştu" (daha doğrusu "yapılmıştı") bile...
"Yapılmıştı" diyorum; zira Batılıların stratejik metinlerinde "kendi hâline bırakılmaması gereken bir ülke" olarak görülen Türkiye'yi, tarihî iddialarından, medeniyet ruhundan uzaklaştırmak gibi bir misyonu üstlenen, fiilen Batılılar tarafından sömürgeleştirilemeyen bu ülkeyi zihnen, içeriden sömürgeleştirme "görev"ini, gönüllü acentalığını yapan seküler elitokrasinin partisinin her türlü dış yönlendirmeye, şekillendirmeye açık olduğunu söylemek bazılarını rahatsız edebilir ama bugüne kadar yaşadığımız gerçek bu.
Baykal'ın meşum kasetinden... medyanın Kılıçdaroğlu rüzgârı estirmesine kadar... pek çok hâdise, çok ustalıklı bir şekilde planlandı... Ve Kılıçdaroğlu, "tereyağından kıl çeker gibi" CHP genel başkanı "yapıldı"...
Yapılmak istenen şey şu: Türkiye, son birkaç yıldan bu yana, yeniden tarihî rolünü üstlenmesini sağlayabilecek atılımlar gerçekleştirmeye başlamıştı... Eğer önümüzdeki seçimlerde de AK Parti, yine tek başına iktidar olarak çıkarsa, bu atılımların, hem Türkiye'yi, bölgesel ve zamanla küresel güç hâline getirecek bir sıçramaya dönüşmesi önlenemez; hem de Türkiye'nin, medeniyet iddialarını üstlenecek bir aktör olarak yükselişiyle birlikte, mevcut haksız, kaotik dünya düzeninin çöküşünün önü alınamaz...
O yüzden ne yapıp edip AK Parti'nin önümüzdeki seçimlerde de tek başına iktidar olmasının önüne geçilmesi Batılılar için hayatî önem arzediyor...
CHP'nin başına Kılıçdaroğlu gibi birinin getirilmesi, Türkiye'nin yükselişe geçiş trendini durdurmayı amaçlıyor...
"Nasıl yani?" diye soranlar çıkabilir... "CHP, ulusalcı bir parti; AK Parti ise ABD'nin dümen suyunda giden bir parti değil mi?" şeklinde sorular sorabilir bazıları...
CHP'nin "ulusalcı" bir parti olması, gerçek anlamda Türkiye'nin çıkarlarını savunduğu anlamına gelmez; gelmiyor... Aksine CHP'nin ulusalcılığı, Türkiye'yi 1908'den bu yana Batılılara peşkeş çeken, tarihî yürüyüşünü durduran komitacı şebekenin ülke içindeki kurumsal iktidarını sürdürme kaygısından başka bir anlam ifade etmiyor...
CHP'nin ulusalcılığı ruhsuz, köksüz, temelsiz, dayanaksız bir "ulusalcılık": Bu toplumun değerlerini, anlam haritalarını, medeniyet iddialarını yok sayan, hatta yok etmeyi hedefleyen; buna mukabil, Türkiye'yi sekülerleştirerek medeniyet iddialarından uzaklaştırmayı, Türkiye'nin tarihî yürüyüşünü durdurmayı, Türkiye'yi kör kütük bir Batılılaşma macerasına soyundurmayı amaçlayan dünyada eşi benzeri olmayan tuhaf bir "ulusalcılık"...
Milleti, halkı hiçe sayan; milleti, halkı "tehdit" olarak algılayan; o yüzden milletin iradesinin en güçlü tecellisi olan Menderes ve sonrası dönemi "karşı-devrim" olarak görecek kadar halka şaşı bakan, halka uzak, hilkat garibesini andıran bir "halkçılık" ve "ulusalcılık" CHP'nin halkçılığı ve ulusalcılığı...
Kılıçdaroğlu'nun CHP Kurultayı'nda bol keseden halktan bahsetmesi, halkın ta kendisi demek olan ve toplumun % 70'ini temsil eden başörtülüleri merdivenaltına layık görecek kadar, adeta "köleydiniz; sizi azat edeceğiz" dercesine halkı, halkın önemli bir kesimini aşağılaması CHP'nin ve yeni genel başkanının halkçılığının ne anlama geldiği konusunda yeteri kadar fikir veriyor olsa gerek...
Kılıçdaroğlu'nun kurultay konuşmasında içi boş, retoriksel bir "halkçılık" yapması, sadece ilkel bir popülizmden, hiçbir zaman tek başına iktidar olamayan CHP'yi iktidara taşıma ham hayalinden başka bir anlam ifade etmiyor...
Kılıçdaroğlu'nun kurultay konuşmasında Türkiye ve dünya vizyonunun, ufkunun, tasarılarının ne kadar sığ olduğunu da görmüş olduk...
Ve son olarak Kılıçdaroğlu'nun, başbakandan "atma Recep din kardeşiyiz" ya da "Recep İvedik" türü çağrışımlar yaptırmayı hedefleyen bir üslupla "Recep Bey" diye sözetmesi, beyefendinin ne denli basit, şark kurnazlıklarıyla işi götürmeye niyetli olduğunu göstermesi bakımından oldukça talihsiz bir durumdur...
Sonuç itibariyle Türkiye'nin tarihî yürüyüşünü durdurmak amacıyla zoraki lider yapılan ve zoraki başbakan yapılmaya çalışılan, ufuksuz, vizyonsuz, kör kılıcını oraya buraya savurmaya çoktan teşne bir Truva atı giriyor hayatımıza...
Eğer Kılıçdaroğlu bir de başbakan yapılırsa bu ülkeye, bir daha belini bile doğrultamaz Türkiye...