Grek dünyasında heykel sanatının gördüğü işlevi, Rönesans'tan sonraki süreçte resim sanatı üstlendi. Nasıl ki, Grek heykel sanatı, insanı ölümsüzleştirerek, düşüncenin, düşünebilmenin yegâne kaynağı olan ölümü öldürmüşse, aynı şekilde, modern resim sanatı da, insan zihninin gözü demek olan perspektifi keşfederek, insanı, sadece zihninin / aklının sınırlı, varoluş alanını, serüvenini sınırlayıcı dünyasına hapsetmiş ve böylelikle insanı her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükseltmekle, insanın ölümü bir kez daha öldürmesine ve hayatı unutmasına giden yolları sonuna kadar açmış, bu kez, insanlığın tarihte tanık olduğu en büyük savaşların, katliamların, felâketlerin temellerini atarak, insanı, dönüşü olmayan büyük bir trajedinin eşiğine fırlatmıştır.
Trajedi, insanın varoluş serüvenini yalnızca bu dünyayla sınırlayarak, insanın diğer dünyalarla arasındaki bütün mesafeleri ortadan kaldırır ve hayatı tek bir düzleme, fizik gerçeklik düzlemine indirgeyerek mesafesizleştirir ve pornografikleştirir.
Fiziğin ötesindeki bütün mesafelerin ortadan kaldırılmasının yol açtığı ontolojik güvensizlik duygusunun ifadesi olan trajedinin aşılıyormuş gibi bir izlenim, bir yanılsama oluşturabilmenin yegâne yolu, "pornografi"dir.
İnsanın yaşadığı trajedinin insana yaşattığı pathos ("yokoluş acısı") hâli ile sonsuza dek yaşayabilmesi mümkün olmadığı için, bu pathos hâlinin mutlaka ertelenmesi, bunun için de bu ontolojik kötümserliğin epistemolojik iyimserlik yoluyla aşılması tek çıkar yoldur. Epistemolojik iyimserlik üretebilmenin yegâne yolu da, insanın kendini dünyanın kralı ilan etmesi, tabiatı, diğer insanları kontrol altına alma güdüsünü yegâne varoluş güdüsü hâline getirmesiydi.
İşte Kartezyen felsefeyle temelleri atılan bu sürecin tohumları modern resim sanatıyla ekilmişti.
Modernliğin habercisiydi Rönesans süreci, yatağıydı; özellikle de resim sanatı. Rönesans resmi, önce doğayı keşfetti; sonra insanı. Modern insansa, çok geçmeden önce doğayı kontrol ve kolonize etti; sonra da insanı ve bütün dünyayı.
Modernliğin asıl dölyatağı, Grek dünyasıydı; özellikle de Socrates sonrası Grek dünyası. İnsanın bakışını, gökten yere indirdiği, gökle temasını kopardığı, insanın bütün arızî özellikleriyle arz-ı endam ettiği, arızî özelliklerini aslîleştirdiği, insanı bu dünyaya hapsettiği, Tanrı'yı da insanın arızî dünyasının arızalarının taarruzlarına maruz bıraktığı, insanın yer'e düştüğü, düştüğü yere mahkûm ve mahpus olduğu bir dünyaydı. Tanrı'yı öldüren, yere düşen, ontolojik olarak evsizleşen insanı yeniden her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükselterek Tanrılaştıran bir dünya.
İnsanın nasıl bir trajedinin eşiğine sürüklendiğini Bizans resim sanatı ile modern resim sanatı arasındaki paradigmatik dönüşüme biraz yakından baktığımız zaman daha iyi görebiliriz. Sözgelişi, Bizans resim sanatında, İsa-Mesih'in resmediliş biçimi, İsa-Mesih'in bize doğrudan baktığı, Tanrı olarak kabul edildiği için, Özne konumunda olduğu bir resmediliş biçimidir. Oysa perspektifin icadıyla birlikte, bu durumun tepetaklak edildiğine tanık oluyoruz: Bu kez, İsa-Mesih'in bize doğrudan bakmak yerine, sağa sola baktığı, dolayısıyla nesneleştirildiği, bizim ona doğrudan baktığımız ve Özneleştiğimiz bir resmediliş biçimi sözkonusu olmaya başlamıştır.
İşte modern resim sanatında yaşanan bu paradigmatik dönüşüm, Tanrı'yı öldüren, insanı tanrılaştıran ve trajediye mahkûm eden sürecin başlangıcıdır.
Oysa Tanrı'nın ölümü; insanın ölümsüzleştirilmesi ve ölümün öldürülmesi demekti. Ölümün öldürülmesi ise, yegâne kaynağı ölüm fikri olan düşüncenin ölümü ve insanın düşünme melekelerini yitirmesi anlamına geliyordu. İnsanın düşünme melekelerini yitirmesiyse, insanın ölümü demekti. İnsan düşünen bir varlıktı çünkü.
"Düşünen varlık" ne demekti peki? Yere mahkûm olan, yerde biten, yere düştüğünde biten, yitip giden, derûnî düşünme melekelerini kaybeden bu trajik insan, sınırlı aklıyla neyi nereye kadar düşünebilirdi? Yüce'yle irtibatını kopardığı için kendisini her şey sanan, her şeyin ölçüsü ve ölçütü, kaçınılmaz olarak her şeyin ölçücüsü ve biçicisi (rasyon'u / oran'ı) olarak gören trajedinin yaralı bilincinin insanı neyi, nereye kadar "görebilirdi" ve aklamacılıktan (rasyonalleştirmelerden) başka ne yapabilirdi ki?
Trajedi yaşayan insan, düşünemez. Yalnızca trajedisini düşünür; trajedisinin kaynağını, mahiyetini değil. Trajedisini nasıl örtebileceğini, nasıl öteleyebileceğini ve nasıl ölümsüzleştirebileceğini.