Sonun Başlangıcı
Kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla fikir ve görüş olarak Ali Şükrü Bey, Tek Adam adlı kitabın yazarı Şevket Süreyya Aydemir’in Tek Adam diye tanımladığı Mustafa Kemal’den çok farklıydı.
Samet Ağaoğlu“Kuvayı Milliye Ruhu” adlı kitabında İlk Meclis’ten şöyle bahsetmektedir;
“Bu Meclisi teşkil eden mebusların çoğu esaslı bir tahsilden yoksun, görünüşü basit ve sade bir çocuk kadar saf insanlardı. Bu insanlardan yine birçoğu fala, mucizeye, rüyaya inanıyordu. Bir kısmı temsil ettikleri ilin bir polis komiseri iken seçilmişti. Bazısı ilkokul öğretmeni, bir kısmı henüz bırakılmış yedek subaydı. İçlerinde kabilelerin ve dağların başında mutlak bir şekilde hüküm süren aşiret ve yolları kesen eski eşkıya reisleri vardı. Bu beylerin, reislerin yanında şöhretleri memleket sınırını aşmış kumandanlar, devlet idare etmiş insanlar oturuyorlardı. Bir kelime ile Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi Türk milletinin ta kendisi idi.”
Bu İlk Meclis kurulup çalışmalara başlamasıyla birlikte mebuslar arasında ayrılıklar baş gösteremeye başlamıştır. Bu görüş ayrılıkları Birinci Grup ve İkinci Grup diye anılan iki ayrı oluşuma neden olmuştu.
Birinci Grup’un başını Tek Adam Mustafa Kemal ve arkadaşları oluşturuyordu. Onun muhalifi Ali Şükrü Bey ve Tek Adam Mustafa Kemal’in politikasına karşı çıkan mebuslardı.
İkinci Grup’un başı olan Ali Şükrü Bey, Birinci Grup’un çoğu kararlarına şiddetle muhalefet ediyordu. Bu durum Birinci Grup’u sıkıntıya sokuyordu. İkinci Grup’un muhalefet ettiği başlıca konular şunlardı:
- İkinci Grup’un başındaki Ali Şükrü Bey, Mehmetçiğin kazanılmış olan bir büyük zaferin, Lozan’da ucuza satılmasına isyan ediyordu. Misâk–ı Millî'den tâviz verilmesini, Musul, Kerkük, Kıbrıs ve 12 Adaların ona buna peşkeş edilmesini kabul etmiyordu. Defalarca tekrarlanan "gizli celse"lerde, muarızlarıyla aralarında yine büyük tartışmalar yaşandı. Bu sebeple, komitacıların yanında dosyası hayli kabarmış, hatta dolmuş vaziyetteydi. (Bkz: Zabıt Ceridesi'nin 1923 yılı başlarına ait "Gizli Celseler" bölümüne)
- Son Osmanlı Meclisi ve İstanbul’un işgali: Bilindiği üzere, son Osmanlı Meclisi olan Meclis-i Mebusan İngiliz işgali altında toplanmıştı. İşgal dolayısıyla İstanbul’da siyasi faaliyetlerde bulunmak zorlaşıyordu.
- Meclis son kez toplandığında gündemde fesih kararı vardı. Bir kısım mebus meclisin Ankara’daki Büyük Millet Meclisi’ne katılma kararı alınmasını istiyordu. Ancak Ali Şükrü Bey fesih kararına karşı çıkıyor ve ‘burada tek bir şahıs kalıncaya kadar ölmeyi göze almalıyız.’ Diyordu.
- Hey’et-i İcra’nın teşkili: Ali Şükrü Bey’in Büyük Millet Meclisi’ndeki ilk muhalefeti olan Hey’et-i İcraiyye’nin yani Hükümet’in kurulması konusunda vekillerin seçimine kadar birçok konuda muhalefet yapar ve yapılan usulsüzlükleri belirtirdi.
- Men’i Müşkirat Kanunu: İkinci Grup Meclis’e içkinin yasaklanması ile ilgili olarak Men’i Müskirat Kanunu’nu sunmuş fakat buna Birinci Grup mebusları şiddetle karşı çıkmıştı. Büyük bir çekişme sonrası bu kanun kabul edilebilmişti.
- Bursa’nın işgali: Yunan kuvvetlerinin tek mermi bile atmadan Bursa’ya girmeleri, gerek Ankara’da, gerekse halk nezdinde bir takım kuşkular uyandırmıştı. Meclis’te İkinci Grup’a mensup mebuslar bu vesileyle Birinci Grup’a yüklenerek işgalin hesabını sorarlar.
- Ayrıca Birinci Grup, kadınların çalışma hayatına girmelerini isterken, İkinci Grup da buna karşı çıkıyordu.
Ali Şükrü Bey’i Ortadan Kaldırma ve Aldatılan Kahraman Topal Osman
Bu muhalefet aslında iki kahraman için sonun başlangıcıydı. Kendini daha kuvvetli hisseden Birinci Grup, İkinci Grup’u ortadan kaldırmak istiyordu. İsterseniz tekrar Sinop Meb’usu Dr. Rıza Nur’a dönelim,
Günler, belki haftalar geçti. Bir gün Meclis’e girdim. Baktım bütün meb’uslar orada. Mustafa Kemal kürsüde. Bir şeyler söylüyor. Meclis’te bütün meb’uslara oturacak kadar yer yoktu. Mühim celse olup da hepsi gelince bir kısmı sıralar arasındaki yollarda ayakta durup dinlerlerdi. Bu yollar tıkanmış. Kürsü yakınına kadar ilerleyemedim. Ayakta durdum. Bekliyordum. Bir aralık önümde:
“- Ah deyyus! Seni ne vakit geberteceğim?” dendiğini işittim. Usûl ile başımı öne uzatıp, yandan yüzüne baktım. Ali Şükrü yüzü kıpkırmızı, dişlerini gıcır gıcır gıcırdatıyordu, ama ne gıcırdama!. Sanki dişleri çene kemikleri kırılıyormuş gibi “gırt gırt” ediyordu. Adale-i mufifesi öyle bir faaliyette ki; müthiş kasılmalardan avurtlarında bir yumruk gibi olmuşlar. Kuvvetli, adaleli adam. Zaten bu adalede çok kuvvet olur. Bunda büsbütün. Yine geriye çekildim. İçimden dedim: “Oluyor. Bu da Mustafa Kemal’i öldürmeye karar vermiştir.” Ama bu cinayete ilk başlayan ve Ali Şükrü’yü sevkeden Mustafa Kemal’dir. Ali Şükrü’nünki muhafaza-i nefs kaygısıdır. Meşrudur. Beriki kendini tenkit eden bir meb’usu öldürtmek istiyor. Halis tiranlık, halis cinayet, kelime işi…
Yine iyice arası geçti. Osman Ağa Ankara’da imiş. Sokakta rast geldim. Yüksekte Çiftegazi Mektebi yanında oturuyor. Karacaoğlan Caddesi’nde rast geldim. Nereye gittiğimi sordu.
“- Meclis’e”dedim. “Ben istasyona gidiyorum, beraber gidelim.” dedi. “Peki” dedim. İstasyona kadar beraber yürüdük ve konuştuk. Beni severdi, itimadı vardı. Ben de onu severdim. Meclis’in önünden geçerken dedi ki;
“- Ya Hu, Meclis’te birçok vatan haini meb’us varmış, bunlar memleketi satıyorlarmış. Niye bana haber vermiyorsun? Meclis’i basıp hepsini keseceğim. Başka çare yok. Bu kadar emek, bu kadar kan. Memleketi kurtardık, derken şimdi bunlar çıktı.”
Baktım, kemal-i safiyetle, sükûnetle ve ciddiyetle söylüyor. Ben ise işin dehşetinden tüylerim ürperdi. Düşün, Meclis basılmış, İkinci Grup doğranmış, arada diğer meb’uslardan da gitmiş. Her yer kan ve cenaze içinde, inleyen, bağıran, imdat isteyen, can çekişme hırıltıları… Ne kanlı sahne, ne facia? Cihan’a, Avrupa’ya karşı da ne kadar çirkin. Tarih her gün bunun dehşetinden titreyecek. Bu adam da bunu yapar mı, yapar. Müthiş bir hunhardır. Yapar da gözünü bile kırpmaz. Nitekim bana da adi bir şey söylüyor, bir portakal keser gibi söylüyor.
Dedim ki;
“- Bu hainleri sana kim haber verdi?”
Dedi, “orasını sorma!”
“- Hayır, illa söyle!” dedim ve zorladım.
Dedi:
“- Gazi söyledi.”
İş anlaşıldı. Mustafa Kemal, İkinci Grup’tan bizar, çaresi de kalmamış. Topal Osman’a bunları katliam ettirecek. O, mevkide kalması için, hatta bütün milletin canına kıyar. Eşsiz bir canavardır. Merhamet ve vicdan öyle şeyler bilmez. Demek, bu işi kurmuş, işin de Osman’dan münasip ehli yoktur. Osman da hem vatanperverdir, hem de cahil. Zavallının vatan hislerini ele almış, O’nu iyice doldurmuş, kandırmış.
Dedim ki;
“- Ağa, ben seni çok severim. Sen de bunu bilirsin. Bana itimadın var mı, beni sever misin?”
Dedi:
“- Vardır, seni çok severim. Sen tam vatanperversin. Venizelos’u bile döğdün.”
Dedim.
“- Peki! Beni dinle! Sana babaca nasihatim var. Sen cahilsin. İşlerin içyüzünü anlamazsın. Bu lakırdılar aramızda kalacak amma, yemin et!” Yemin etti. Devam ettim;
“- Meclis’te hain yoktur. Onlar Hükümet’in yolsuzluğu aleyhindeler. Biraz azgınlar, amma iş böyledir. Sakın bu işi yapma! Bu çok fena, çok kanlı bir iştir. Sonra sana lanet okurlar. Yazık, bu Millet’e bu kadar hizmet ettin, bunları mahvetme. Bu işi sakın yapma! Millet Meclisi’ni basmak pek ağır bir şeydir. Hem de sen bunu kanınla ödersin!..”
Dedi;
“- Ne diyorsun?”
Dedim;
“- Böyledir. Bana söz ver! Yapmayacağına yemin et!”
“- Yapmam. İyi ki söyledin.” Deyip yemin etti.
Bu adam cahildi, hunhardı, fakat iyi insandı, pek vatanseverdi. Anlatılınca anladı. Ben de dehşetli bir faciayı izale ettim diye sevindim. Artık bitti dedim. Hatta o esnada istasyonun rıhtımında beraber bir aşağı bir yukarı volta vuruyorduk. Şakalaştım. Gülüştük. O gün de istasyon pek kalabalıktı. Bir istikbal mi vardı, neydi bilmem. Bir tesadüf, bakın ne yapıyor? Çok iş tesadüfe bağlıdır. Bu tesadüfler milletlerin bile talihlerini değiştirirler.