Çay içip vatan kurtaran adam rolünden, neskafe içip dünyayı kurtaran adam rolüne terfi eden pek çok okuyucum için, şu yaz sıcağında ekonomik krizle ilgili bir makaleyi okumak oldukça can sıkıcı olabilir. Daha serin konulara yelken açmayı ben de istiyorum ama ekonomik kriz bahsini de kapatmak zorundayım bir yandan.
Önceki yazımızda, genç beyinlerin ekonomik kriz hakkındaki düşüncelerinden bir seçmece yayınladık. Henüz çay içip vatan kurtarma rolünün provalarını yapan gençler, vatanı kurtarmanın bir şekilde dünyada yaşanan gelişmelerle bağlantılı olduğunu kavramış durumdalar, bu sevindirici bir gelişme. Mini bir anket niteliğindeki bu yazılarda bir gerçeği fark ediyoruz, o da şu: Türkiye’deki mevcut iktidara yakın olanlar, uzak olanlar ve mesafeli duranların henüz başka bir acil çıkış kapıları yok. Ne demek istiyorum, AK Parti, kendisine yakın olanları ve kendisine mesafeli duranları ürettiği politikalarla çok kolay bir şekilde ikna edebilecek durumda, henüz bir ümitsizlik söz konusu değil. Bu, ekonomi politikaları için de geçerli, diğer politikalar için de geçerli. İşin ilginç tarafı, AK Partinin tamamen uzağında ve karşısında duranlar da, tüm protest tavırlarına rağmen çözüm üretecek başka bir siyasi mecra olduğunu çok fazla kanaat getirmiyorlar. Çünkü herkes Başbakan Erdoğan’ın ağzından çıkacak sözlere, kulak kesilmiş durumda, herkes bir şekilde “Teğet geçti.” sözüne takılmış durumda.
Yakınların, uzakların ve mesafeli duranların AK Parti Hükümetine ortak bir seslenişleri var: Tehlikenin farkında mısın? Her gün biraz daha çok can yakmaya aday Küresel Ekonomik Krizin aşılmasıyla ilgili tedbirleri yeterli buluyor musunuz? sorusuna karşı cevap olarak karşımıza çıkıyor bu soru. Çünkü Hükümetin aldığı bütün tedbirlere rağmen, kriz derinleşiyor ve piyasadaki daralma devam ediyor. Bu da en başta üretimin düşmesine, işsizliğin artmasına ve bir zamanların orta direğinin hızla irtifa kaybetmesine yol açıyor.
İlk anda etkilerini doğrudan hissetmedik ama ülkede ciddi bir ekonomik kriz var. Bunu artık ciddiyetle kabul edelim. Ekonomik kriz, Türkiye’de “selamsız bandosu”na bir selam verip geçip gitmiş değil. Aksine, önce küçük esnafın vuran kriz, alt gelir gruplarında daha büyük sarsıntılara yol açmaya başladı. Yani demem o ki Beşiktaş’ın şampiyonluğu bile küçük esnafta ufak ve buruk bir tebessümden başka sevinç duygusu meydana getirmedi. Alacağını alamayan, vereceğini veremeyen, müşterisi sayısı ve günlük cirosu her gün biraz daha azalan ticaret sahibi nasıl mutlu olabilir ki..
Evet, kriz U yapıyor, bunu hepimiz az çok görüyoruz. Kriz, en alta inecek 2-3 yıllık bir süreçte geniş bir silindir etkisi yapacak ve altta kalanın canı çıksın hesabı, küçük sermayelerle ticaret yapanları, kredi kartı, banka kredisi vb batağına saplanan dar gelirlileri ve asgari ücretle eve ekmek götürenleri ve dahi onu da bulamayan milyonları ezip geçecek.
Hükümet, bu kitleleri gözden çıkarmışsa, almış olduğu ekonomik tedbirler yeterli. Ancak mevcut ekonomik tedbirlerin büyük sermayeyi hepten ahlaksızlaştırdığına da fark etmek zorunda. Kriz var, diye feryadı basan sermayedar, fabrikatör, holding sahibi vb. kendi lüksünden hiçbir şekilde taviz vermiyor. Bir yandan binek otomobillerinin, jiplerinin modelini yükseltiyor, en lüks otellerde konaklamalı turistik umrelere gidiyor, dünyanın istediği köşesinde tatil yapıyor vs vs… Öte yandan, kendisine emek ve ustalık değeri katan işçisine, çok rahatlıkla beğenmiyorsan kapı şurada, maaşlarınızda en ufak bir artış beklemeyin diyebiliyor, önce işçiden kısarak, birkaç ay maaş vermeyebiliyor, yaptığı küçük alışverişlerin parasını ödemeyerek, küçük satıcıların mağduriyetini zincirleme olarak attırıyor ve krizin derinleşmesine yol açıyor.
Ekmek fırını olan bir esnaf arkadaşım, bu duruma basit bir örnek verdi.Verdiği örnek yaşanmış olduğu için çok önemli. Yüz elli işçi çalıştıran bir fabrika, öğle yemeklerini aldığı hazır yemek firmasına üst üste birkaç ay parasını ödemiyor. Hazır yemek firması, parasını tahsil edemediği için, aldığı ekmeğin parasını ödeyemiyor, Ekmek Fırını mağdur oluyor. Aldığı etin parasını ödeyemiyor, önce kasap, oradan da kasaba et satan üretici mağdur oluyor. Aldığı gıda ürünlerinin parasını ödeyemiyor, marketten toptancıya, oradan da üreticiye, imalatçıya giden süreçte farklı kesimler etkileniyor. Eee tabi, çalıştırdığı işçinin maaşını düzenli olarak ödeyemiyor, o da esnafa, ödenemeyen faturalara, banka kredilerine kadar çok farklı yerlerde darbe etkisi uyandırıyor.
Bir tüccar arkadaşım da, krizi bahane ederek ödemesini yapmayanların kulağını çınlatıyor. Anadolu’nun her yerine mal veren bu arkadaş, ödeme yapmayan bazı müşterilerinin art niyetli olduğunu düşünüyor. Bugüne kadar hiçbir çekini, senedini avukat yoluyla tahsil etmediğini söyleyen arkadaş, bazı insanların krizi bahane ederek, kendilerini buna zorladığını söylüyor. Gerçekten ödeme gücün yoksa ve gerçekten mağdur durumdaysan, senden alacağım parayı, zekatım olarak kabul edeyim ve bu zekatı sana vereyim, diyecek kadar cesur davranan bu tüccar, bugüne kadar böyle bir kişiye rastlamadığının da altını çiziyor.
Kapitalist düzen ve onun bize bahşettiği küresel ekonomik kriz, Türk toplumunda hızla artış gösteren bir “ahlak krizi”ne yol açıyor ki bu konunun altını bilahare kalın çizgilerle çizmek gerekiyor.
Yeniden başa dönecek olursak, aman dikkat, testi kırılmak üzere. Maalesef “Teğet geçmedi.” Sayın Başbakan. Testinin dibi kırılırsa kırılsın, kulpu bizde nasılsa, diye düşünürseniz, büyük bir yanılgıya düşersiniz. Testinin kulpu ve boğazı, gövdesi olmadan ayakta duramaz. Şu ana kadar alınan ekonomik tedbirler, testinin kulpunu ve boğazını korumaya yönelik tedbirlerdi. Yani lüks yaşantısından taviz vermeyen büyük sermayeyi koruma amaçlıydı. Çünkü onlar, biz olmazsak ülke batar korkusunu yıllar yılı hem devlete hem de millete bir silah olarak doğrulttular ve her krizden daha da büyüyerek çıktılar. Bir an evvel testinin gövdesini korumaya yönelik tedbirlerin arttırılmasını istiyoruz. Her fırsatta çok sevdiğinizi söylediğiniz bu milletin fertleri olarak…