Terörle ilgili yazarken bin kere düşünmeliyiz. Çünkü yazdıklarımızdan (her eylemimizde olduğu gibi) ahirette sorumlu olacağız. Bu nedenle ölümleri artıracak, barışı engeleyecek, ümmeti üzüp kafiri sevindirecek, millete, devlete, ülkeye, vatana, dine zarar verecek her kelime her cümle ahirette karşımıza çıkarılacak.
Barış olacak, çözüm olacak diye çok umutlanmıştık. Kan dökülmeyecek, ülkenin enerjisi kalkınmaya, yatırımlara, işsizliğe harcanacaktı. Lakin olmadı. Böylece barışa, çözüme karşı çıkanlar (hangi taraftan olursa olsun )haklı çıkmış oldular.Kısaca Türkiyenin teörö plağı tekrar başa döndü. Ülkenin tek gündemi yine sadece terör ve yine sadece kan olmaya başladı. Gelişmiş ülkelerde veya diktatörlükle yönetilen ülkelerde terör çok daha kolay çözülürken, bizim gibi demokrasisi tam gelişmemiş, sistemi tam oturmamış ülkelerde bu iş çok zor çözülür. Bakın Mısıra! Bir diktatör geldi, darbeyi yaptı, bir anda binlerce silahsız insanı katletti ve iş bitti(mi) Fransa’ya bakın, çarli hepto olayında tüm ülke yan yana geldi yürüyüşler yapıldı, tedbirler alındı. İş bitti. Bizde ne diktatör var (inşallah da olmaz) ne de iyi işleyen bir demokrasi. Halk, siyasi, sosyal, etnik ve mezhebi etkenlerle tarafsız ve dengeli düşünemiyor.
Türkiye’de öyle geniş bir Hürriyet var ki, terörü ve teröristi övmek bile serbest. Yöneticilere, sevmediğin kişi ve kurumlara hakaret etmek normal. Hâlbuki normal demokratik bir ülkede terörü öven kişi ve kurumlar derhal takibata uğrarlar. Yazılarında, konuşmalarında “pkk silah bırakmamalı” diyen insanlara hiçbir şey yapılmıyor bu ülke de. Muhalefet, ana akım medya Terör örgütünden çok İktidara yükleniyor. Elbette bu günün sorumlusu iktidardır. Yalnız iktidara vururken PKK yı görmemezlikten gelmek, onun katliamalrını yakıp yıkmalarını dikkatlerden kaçırmak çok yanlıştır. Teröre karşı yekvücut olması gereken demokratik kurumlar bir türlü bir araya gelemiyor. Bazı basın, yayın kuruluşları alenen örgüt yanlısı yayın yapıyor.
Son şehit haberleri hepimizin vicdanını parçaladı, zihnini allak bullak etti. Artarda gelen ölümler morallerimizi bozdu. Bu gibi anlarda aklı devreden çıkarıp duygularımızın emrine girmek en tehlikeli yoldur. Buna en iyi örnek yüzme bilmeyen bir insanın çok sevdiği evladı, kardeşi, arkadaşı boğulurken onu kurtaracağım diye kendisini de telef etmesidir. Ben Sorgunda görev yaparken buna benzer birçok hadiseye şahit olmuştum.
Son gelişmelere soğukkanlı bir gözle bakmaya çalışalım. "Açılım" "çözüm" "kardeşlik" süreçleri ile devlet aklı, daha önce kuvvetle, güçle, geçici olarak durdurdurduğu köknden çözemediği PKK/Terör, Güneydoğu, Kürt... Meselesini barış yolu ile halletmeyi denedi. 2009 da başlayan bu sürecin (devlet aklının) ana düşüncesi ne idi? Güneydoğuda Kürt vatandaşlarımızın en temel insani hakları verilmeli ( kürtçe konuşma serbest olmalı, Kürtçe tv, Kürtçe radyo, Kürtçe öğreten kurslar olmalı, inkar ve asimilasyondan vazgeçilmeli… Buna karşılık bu temel insan hakları için savaştığını iddia eden örgütte ülkeyi terk edip mücadeleyi sonlandırmalı…) Bu dönemde devlet verdiği sözlerin neredeyse hepsini yerine getirirken, pkk, gelişen iç ve dış siyasi hadiselerin etkisi ile yurt dışına çekilmeyi, silah bırakmayı bir türlü yerine getirmedi. Terör örgütünün verdiği ana sözleri tutmamasına rağmen sulh ortamının bozulmaması adına devlet, birçok önemli hadiseyi görmezden geldi(miş) Fakat bu görmemezlik biraz abartılmış. Örgüt adeta devletleşirken, halkı silahlı bir kalkışma için hazırlarken, silah depo ederken devlet uyumuş.
“Niçin Şimdi?” Sorusu Doğru Bir Soru Değildir
Çatışmasızlık sürecini bir kaç kez bitirdiğini ilan eden ve şımardıkça şımaran 4-5 başlı kanlı örgütün, asker vurmaları, polis öldürmeleri, yol kesmeleri, araç yakmaları, Kobaniyi bahane ederek 53 “makbül olmayan” Kürdü öldürmeleri devletin sabır küpünü 23 Temmuzda doldurdu. Evlerinde yataklarında uyuyan iki polisin öldürülmesi eşinin ve çocuğunun yanında bir Binbaşının katledilmesi bardağı taşırdı. Bu hadiselerde hükümete muhalif insanların şu saptamaları hedef saptırmadan başka bir şey değil. “Hükümet çoğunluğu kaybedince Erdoğan’ın emri ile pkk vurulmaya başlandı” Çözüm süreci döneminde “ne duruyorsunuz, niçin pkk ya vurmuyorsunuz?” diyenler devlet vurmaya başlayınca “niye vuruyorsunuz seçimi kazansaydınız vurmayacaktınız…” söylemine geçtiler.
Bu görüşler yüzde yüz haksız görüşler değil. Yalnız İnsanlar da, devletler de hata yapar. Çözüm süreci bu milletin başlarda yüzde 70 ine yakını tarafından desteklenen tamamen yerli bir proje idi. Öyle oldu, böyle oldu… Sonuç alınamadı, olmadı. O zaman yapılacak iş ne, hatadan dönmek. Devlette onu yapıyor. Niyet iyi oldukça, ihanet olmadıkça fertlerinde, devletlerinde hata yapmaları her zaman mümkündür. Hükümete, “ bu hataları nasıl yaptın?” diyenlerin tarihine bakın, onların da onlarca hatası vardır. Hatasız kul olmaz. Tabi onların hatası Hükümetin (Erdoğan’ın) hatasını örtemez. Bir de hata yapanlar hatalarının bedelini öyle veya böyle siyasi, ekonomik, manevi yönden öderler.(ödediler)
Burada sonuca bakarak en büyük hata nerede diye sorduğumuzda şu konular öne çıkıyor:
1- Çözüm süreci başladıktan sonra gerek Suriye’de gerekse Irak’da meydana gelen gelişmeler ve bu gelişmelere bağlı olarak güç sahibi devletlerin PKK ya, “ daha fazla kazanacağın bir ortam oluştu. Bu süreci bitir…” propagandası ile kandırmaları.
2- Erdoğan ve devlet aklı PKK yöneticilerini normal insanlar gibi düşündü. Yani uğruna mücadele ettiklerini iddia ettikleri temel hak ve hürriyetler verilirse pkk nın barışa yanaşacağını sandılar. Halbuki PKK lılar Marksist, lenilist, stalinist eğitimden geçmiş, savaşı, kanı mücadelenin bir parçası olarak algılayan kandan beslenen bir anlayışın esiri teröristlerdi.
3- Gezi olayları, Hükümetle cemaatin arasının açılması, PKK yı hükümetin gideceği konusunda umutlandırdı.
4- Bir de Örgütün çok başlı olması daha doğrusu başının ayağının belli olmaması...)
Parti olarak CHP, MHP, SP, HDP, Kişi olarak M.Kemal başta olmak üzere İsmet Paşa Menderes, Özal, Demirel Ecevit, Erbakan, Türkeş, Bahçeli, Baykal, Kılıçdaroğlu … Medyadaki gazeteler, Tv Kanalları, köşe yazarları, cemaat önderleri… Kısaca toplum önünde bulunan kişi, kurum ve kuruluşlardan hatasız olan var mı? Yok. Burada önemli olan Hata mı çok, doğrular mı? Günah mı çok sevap mı? Bu ölçüye bakılmalı. Hata ve kusur çoksa o kişi ve kurum “kötü”, iyilik, güzellik, doğruluk çoksa o kişi ve kurum “iyidir”
Hürriyetin Camları Türkiye’nin Canları
Son şehit haberleri ile birlikte sokağa çıkan vatandaşlar bazen provokasyonla, bazen toplum psikolojisi ile tepkilerini normalin dışına çıkardı. Gerek bu olaylarla ilgisi olmayan Kürt vatandaşlarımıza, gerekse bazı basın yayın kuruluşlarına yönelik şiddet içeren eylemler yapıldı. Bu hareketler maalesef yaraya merhem değil kezzap döken davranışlardır. Mesela doğu kökenli vatandaşlara karşı yapılan yanlışlar, onların mallarına verilen zarar hiçbir normal aklın kabul edeceği fiiller değildir. Çünkü o vatandaşların önemli bir kısmı fitneden uzak durmak, bir kısmı devletin köy boşaltmaları ile, bir kısmı da PKK nın baskısı ile köyünü, yurdunu terkeden normal, barışçı insanlardır. Onlara yapılan böyle davranışlar zulümdür, haksızlıktır. 1998 yılında evimin sıvasını komşumuz olan bir sıvacı ustaya vermiştim. Mardinli bir ustayla işe başladılar. Öğle aralığında birlikte yemek yerken Babam ustalara memleketlerini sordu. Mardinliyim diyen çalışkan, samimi, mazlum, dindar arkadaşa babam o günün psikolojisi ile direk ;”kaç Türk öldürdün?” diye damdan düşer gibi bir soru sordu. Mardinli kardeş bu soruya o kadar sinirlendi ki cevabı hala kulağımda: “ Yahu bizi PKK, köyümüzden dindar olduğumuz için onlardan olmadığımız için kovdu. Siz ise bizi PKK lı gibi görüyorsunuz. Yazık değil mi bize?!.
Gerek gezi olaylarında gerekse diğer terör olaylarında yüzlerce bina, yüzlerce araç, yüzlerce iş yeri yakıldı, yıkıldı. Ölenler, yaralananlar oldu. Star gazetesi, vakit gazetesi basıldı. Bu olaylara normal bir haber gibi bakan Hürriyet gazetesi ve onun paralelinde yayın yapan gazeteler, Hürriyet Gazetesini bir kısım vatandaşın, Cumhurbaşkanımızın bir sözünü çarpıtarak vermesini kınamak üzere Hürriyet Gazetesi önüne gidip protesto etmeleri, binayı taşlamaları, cam çerçeve indirmeleri ( ki protesto normal, şiddet anormaldir. Mala, cana zarar verilmeden yapılan protestolar makbül aksi ise na makbüldür) Hürriyeti şirazeden çıkardı. Tepkileri çok sert oldu. Ahmet Hakanı Tarafsız Bölge programında ilk defa öfkeli ve sinirli gördüm. Keşke bu öfke ve sinirin 10 da birini gezi eylemlerinde ve diğer sol gösterilerde yakılan, yıkılan binalar ve araçlar içinde gösterse idi. Türkiye’nin onlarca canının gittiği bir günde Hürriyetin, Ahmet Hakanın camı çerçeveyi öne çıkarması pek şık olmadı doğrusu.
Not: Dinimizde ÖLÜ saygındır. İster müslüman, ister kafir, ister baği, ister isyancı,ister zani...Kim olursa olsun. Bir kişi öldü mü cesedi saygındır. Bu nedenle sosyal medayada hiç kimse cenazelere yapılan hakaretleri paylaşmamamalı.O yapılan günahlara ortak olmamalı. .