Burası değişik nimetlerin ve başka coğrafyalarda -biraz da zorunlu şartlardan- kaybolmuş bir kısım güzelliklerin doyasıya yaşandığı bir yer...
Daha önce teravih namazını özleyenler için daveti mi yapmıştım. (Davetim hala geçerlidir) Bugün onları kıskandıracak bir haberi daha paylaşmak isterim. Teravih namazımızın sana son iki rekâtında Üstat Abdülaziz geçti imamete. O davudi sesiyle Ali- İmran suresinin 133. Ayetiyle başlayan 66. Sayfayı okumaya başladı. Normalde KALUN kıraatine göre okurdu. Ancak bugün ASIM kıraatini tercih etmiş olmalı. Çünkü ben kıraatinde bir farklılık hissetmedim.
Namaz caminin dışında kalındığı için bugün namaz boyunca bize eşlik eden birkaç böcek sesi de ayrı bir tesbihat oldu. Zira biliyoruz ki onlar da kendi dillerince zikir ve tesbih ederler. Gündüzleri 45 dereceyi bulan hava sıcaklığı, bazen teravihte bile insanı buram buram terletir. Ama Allah'ın hikmeti bugün teravihte daha serin bir hava vardı. (Serin dediysem üşüdük sanmayın.)
Asıl paylaşmak istediğim işin güzel tarafı Ali İmran suresinin 133. ayeti ile başlayan müjdelerdi. Bir ramazan gecesi sizlerle onları paylaşsam bir Burkina Faso hediyesi olur mu?
- “Muttakiler için hazırlanmış olan genişliği gökler ve yer kadar olan Allah'ın cennetine koşun.” Evet, Allah bu konuda yürümeyi değil koşmayı istiyor. Zira burası hepimizi alacak kadar geniş. Bu cennette isteyen ve kazanan herkese yer var.
- Kendini Mü’min ve Muttaki kabul eden, bu şartları hayatına düstur edinen herkes için açık burası. Seçim bize ait...
- Takva şartını ise gayet açık ve önemli...
- “Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar,” Sadece varken değil, azken veya bizim için yok değimiz zaman da verebilmek... Daralınca sadaka ile kapıyı aralamak... Hastalığı, belayı, fakirliği bununla gidermek...
- “Öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir.” Ne kadar da zor değil mi öfkeyi yenmek? Öfke gelince, aklın yarısını alırmış. Takva ölçüsü böyle bir zamanda yutkunabilmekmiş. Affedeceksin... İnsan suçu olmayanı affedemez ki. Suçu olan ve hata işlemiş birisini affeder. Yani sen haklısın ama affedeceksin. Niçin? Cennet için... Kimi affedeceksin? İnsanları... Burada çember o kadar geniş ki... Dost / düşman, yakın / uzak, sevdiğin / kızdığın...
- “Allah iyilik edenleri sever.” Allah’ın muhabbeti gibi çok önemli bir mükâfat var. Kazanan kazanıyor.
- “Yine onlar, çirkin bir iş yaptıkları yahut nefislerine zulmettikleri zaman Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarının bağışlanmasını isteyenler -ki Allah'tan başka günahları kim bağışlar- ve bile bile, işledikleri (günah) üzerinde ısrar etmeyenlerdir.” Reçete gayet açık... Hata etmişsen, hemen af dile. Ayağın kaymışsa, geri dön. Ağzından mı kaçtı o söz, özür dile. İstemeden oluvermişse, telafi et. Unuttuysan, hatırlayınca yap. Gözün kaymışsa, hemen çevir. Ancak bilerek yaptığın, nefsine yenik düştüğün, şeytana uyduğun bir durum varsa; bunda ısrar etme. Senin bir defa o hataya düşmüş olman affına engel değil. Ancak ısrar edersen bu şeytanın durumuna düşmek olur.
- “İşte onların mükâfatı Rableri tarafından bağışlanma ve içinden ırmaklar akan cennetlerdir ki orada ebedi kalacaklardır.” Bağışlayan ve kendi hataları için de bağışlanma dileyenler için bağışlanma var. Kimse bu kapıdan boş dönmedi. Bu güne kadar Allah’ın rahmet deryasını kirletecek bir günah olmadı. Tövbesi reddedilmiş bir mahlûk da yok. Yeter ki günaha ısrar etme ve tövbeye ısrar et...
- “(Allah yolunda) çalışanların mükâfatı ne güzeldir!” Nerede ve ne iş yaptığın çok önemli... Allah seni nerede ve hangi iş için kullanıyorsa değerin ve makamın o kadardır. Sen kendini güzel işler için hazırla...
Surenin bu ayetleri; Uhut savaşını ve sonrasındaki bazı acı durmaları anlatır, burası için reçete yazar. Ancak bilinmelidir ki Allah’ın vaatleri ve mükâfatı sadece Uhut savaşına katılan sahabe için geçerli değildir.
Bugün bize bir ilaç gibi gelen bu sayfayı ve cihanşümul olan müjdeleri paylaşmak istedim.
Koşun! Koşun! Allah’ın rahmet ve mağfiretine koşun!
Burada hepimize yer var.