Tenkit, tahkir ve tekfir birbirine karıştırılan, yersiz ve usulsüz kullanılan üç kavramdır.
İyi niyetli, ölçülü, yapıcı tenkit İslam'a göre makbuldür, teşvik ve tatbik edilmiştir.
Tahkir insana yakışmaz, Allah'ın en şerefli yaratığı olan insanı tahkir etmek, yaratıcısına uzanan bir edepsizlik olur. İslam'da makbul olan "insanı değil, onun kötü davranışlarını, gerektiğinde ortaya koyup bunların kötülüğünü, insana yakışmadığını açıklamaktır".
Tekfir (bir kimseye, bir davranışından dolayı kafir demek, kafir olduğunu iddia etmek, açıklamak) ise inceden inceye araştırılmadan, hatta son tahlilde muhatabın benimsemesi göz önüne alınmadan varılamayacak bir hükümdür.
İslam ile ilgili olarak yazan ve konuşanları –tenkit ahlakına riayet ederek- eleştirmek, iyi niyete dayanıyorsa gereklidir ve makbuldür. Ancak tenkit ediyorum diye iftira ve hakaret etmek, insanlara söz ve kasıtlarını aşan ifadeler ve inançlar yüklemek, daha da ileri giderek tekfirde bulunmak bunları yapana iki cihanda sorumluluk getirir.
Ehl-i kitabın sorumluluğu ve necatı
Müslüman ve gayr-i Müslim din ve ilim adamlarının bulunduğu bir toplantıda uzunca bir konuşma yapmış, Ehl-i kitabın sorumluluğu ve necatı (ahirette kurtuluşu) konusunda eskiden bugüne ortaya atılan inanç ve düşünceleri açıklamıştım. Konuşmanın bütününe bakarak bir parçasını anlamak yerine işlerine gelen bir parçayı, bir cümleyi alarak –defalarca yaptığım açıklamaları da görmezden gelerek- benim "Yahudiler cennete girecek, Hz. Peygamber Ehl-i kitabı İslam'a davet etmiyor..." dediğimi yazan ve bu yazıları Kur'an kurslarına kadar dağıtanlar varmış.
"Bu konuda bir daha yazmayayım" demiştim ama yoğun sorular üzerine zaruret hasıl oldu. Ben o konuşmada, "Ehl-i kitabın neye çağrıldığı" konusunda "Bir Allah'a ve ahirete iman, amel-i salih ve doğru olarak haber aldıkları takdirde Son Peygamber'in de peygamber olduğunu kabul etmek" diye cevap veren bazı alimlerin bulunduğunu söyledim, delillerini de uzun uzadıya anlattım. Bu görüşe katılmamakla beraber şunu bir daha ifade edeyim. Kur'an'dan hareket ederek böyle söyledikleri için o alimleri tekfir etmek doğru olmaz, edene sorumluluk getirir.
O konuşmadan da –iyi okunduğunda- anlaşılacak olan kendi inancımı açık olarak bir daha yazayım:
Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.) bütün insanlığa peygamber olarak gönderilmiştir. Kendi hayatında İslam'ı yalnız çevresindeki Araplara değil, o zaman bilinen ve ulaşılan dünyanın her tarafına tebliğ etmiş, bütün diğer din ve inanç mensuplarını İslam'a çağırmış, ancak hür iradelerini kullanarak İslam'ı kabul etmeyenlere de hayat hakkı (insan hakları) tanımıştır. Bazı âyetlerde Ehl-i kitabın "Bir Allah'a ve ahirete iman ile salih amele" davet edildikleri doğrudur. Ama bu iman ve salih amelin bilgi, inanç ve amel (uygulama) olarak gerçekleşmesi, Son Peygamber'in irşadını kabullenmek ve bundan yararlanmak dışında elde edilemez. Çünkü elde bulunan –İslam dışındaki- din kitapları ile din öğretilerinden yola çıkarak şirksiz bir Allah inancına, şeksiz ve doğru bir ahiret inancına, Allah'ın razı olduğu bir salih amel bütününe ulaşmak imkansız hale gelmiştir. Gazzali'nin dediği gibi "İslam dini kendilerine doğru ve dikkat çekici bir şekilde ulaşmamış" olanlar sorumlu değildir, ulaşmış olanlar ise bu dini kabul etmekle sorumludurlar. İnsanlığın dünya ve ahiret saadetleri, esaslarını bütün peygamberlerin ortaklaşa tebliğ ettikleri İslam'ı benimseyip uygulamalarına bağlıdır.