TELEVİZYONDA RAMAZAN

Naim ÖZGÜNER

                                                                                                                                 

İbadet ve kulluk ömrün her anında Allaha karşı yapılası gerekendir. Haram ve helaller her zaman ve mekanda geçerlidir. Belirli bir zamana mekana şahsa makama münhasır değildir. Herkes için haram haramdır, helal de helaldir. Bizde üç aylar deriz, aslında asr-ı saadet öncesinde ve asr-ı saadet zamanında dört aylarda savaşlar cinayetler durdurulurdu. Müşrikler için o aylar haram ayları oluyordu. Yani savaş cinayet mal mülk yüzünden kavgalar yapılamazdı. Herkes o aylar hürmet gösterirdi. Yanlış ve batıl da olsa onlar için bir doğruydu ve ecdatlarının öre ve geleneklerine sahip çıkma ve sadakat gösteriyorlardı.

Kulluk çok geniş buutludur. Azdan çoğa küçükten büyüğe yakından uzağa doğru amudi değil de yatay genişleyen bir ameldir. Çok çeşitlidir. Mali bedeni hem mali hem bedeni çeşitleri vardır. Azı da zarar çoğu da zarardır. Amelin ihlasını bozar. Niyetleri değiştirir. Kalp ve ruh bedene hükmedemez. Beden sadece ibadettedir. Akıl kalp ve ruh zevkin idrakinde olmadığında sonrasının hesabını ve planını yapar. Onun için önce manevi letaif dediğimiz manevi uzuvların göz önüne alınması gerekir. Onların doyması ve doldurulması önemlidir. Çünkü bedene hakim olanlar onladır.

Ramazan ayı gelince camiler tv ler, medya organları manevi atmosfere ağırlık vermektedir. Mukabeleler, teravihler, fitreler, zekatlar, oruçlar insanlar tarafından yapılması ziyadeleşmektedir. Konular da çok farklılık arzetmemekle beraber amele ve maneviyata müteallik mevzular anlatılmaktadır. Bazen de gayr-i ciddi mevzular ya da alelade konular işlenmektedir. Herkesin rahatlıkla bildiği ve bilebileceği konular tekrar be tekrar anlatılmaktadır. Fakirliği zengin anlatırsa samimi gelmez. Açlığı tok olan anlatırsa tesir etmez. Peygamberimiz bir hurma ve zemzemle doyardı, iftar yapardı derken sen tıksırıncaya kadar yiyorsan, zengin davetlerden vaz geçemiyorsan sözünde samimi olmadığını gösterir. On bir ay boyunca hesapsız zenginlik içerisinde ne yiyeceğini bilemez iken, bir ramazan ayında fakire anlatacağın açlığın ve fakirin önemi hiç mi hiç tesir etmeyecektir. O zaten on iki ay aç ve fakir. Sora sen oruç tutarken fakirin açlığını hissedemezsin ki! Akşamın davetini hesap edersin. Ramazan ayı böyle acı ama gerçek su-i istimallerle ve gayr-i samimi bir dini havayla geçiştirilmektedir.

Ramazanda okunan Kur’an hatimlerini değerli buluyorum. Ama bir de onun mana ve esbab-ı nuzülünü bilmemiz gerekir. Yani o ayetler neden nazil oldu? Ne oldu da o ayet Peygamberimize vahiy olarak geldi? Ve bu ayet karşısında sahabenin tavrı ne oldu? Hayıtı nasıl değişti? Ayete itaati nasıl yaptı? Bunlar da bizim için önemli değil mi! Ayetler hayat değiştiren düsturlardır. Hadissiz ve siyersiz anlamaya çalışmak noksanlıktır. Hele hele sahabenin hayatın o ayetin gelmesiyle nasıl ve neden değiştiğini bilemiyorsak çok çok noksanlıktır. Sadece ayetle anlatılarak irşad yapılamaz. Yanında sünnet ve hadis olmak mecburiyetindedir. Hayatü’s-sahabe bizim için çok çok önemlidir. Onlarsız düşünemiyorum. Ama çoğu din adamlarımız, tv lerde ki dini programlar ayet yüklü, biraz da hadis eksenli anlatılarak işin daha fazlası felsefe edebiyat ve kişisel görüşlerle doldurulmaktadır. Hiçbirimiz müfessir ve muhaddis değiliz ki kafamıza göre şerhlerle insanlara bir şeyler vermeye çalışıyoruz! Ayetlerin ve hadislerin siyak ve sibakları vardır. Önü arkası içi dışı nedeni nasılı vardır. Bunlar bilinmeden söylenecek her söz anlatılacak her ayet noksandır ve kendi görüşümüzden ileri gitmeyecektir.

Sonra dikkat ettim seçilen konulara ayetlere ve hadislere baktım, çok seçmece yapılıyor. Konuları anlatanlar, iğnenin ve çuvaldızın kendilerine batmamaları da önemli. Mesela sözünde durmanın önemini anlatırken, anlatanın kendi sözünde durmaması ne kadar çelişkilidir değil mi? Kul hakkını yememeyi anlatırken program yaptığı tv nin kul haklarını tıka basa yediğini bilmesi, dinde kendisi size ne kadar samimi gelir ki! Yanlış yapan bir yakınına ‘yanlış yapıyorsun’ diyemeyecek kadar aciz olan birinin tv ekranlarından insanlara ‘yanlış yapmayın’ demesi ne kadar doğrudur? Fakirlik kaderdir, takdir-i ilahidir, sabredin derken kendi zenginliği takdir-i nas mıydı? İmam-ı azam da çok zengindi ama fakirin halini anlayacak kadar fakirle de yaşadı. Bal yeme diyeceği bir gence sözünün tesir etmesi için önce kendisinin yediği balı terk etmeliydi ve bunun için de kırk gün geçmesi gerekiyordu. Çünkü vücuda giren bir lokmanın vücuttaki tahavvülat süresi kırk gündü de onun için. Yoksa sözü te’sir etmeyecekti. Yusuf a.s. hayatında yedi yıl kıtlık yedi yıl bolluk dönemi vardı, bilirsiniz. Bolluk döneminden sonra yedi yıl kıtlık başladığında üç günde bir, bir-iki öğün yemek yiyordu. Neden diye sorduklarında: “idare ettiğim milletimin açlarının halinden anlayamam” diye cevap vermişti. Hendek savaşında, hendekler kazılırken açlıktan karnına birer taş bağlayan sahabeye bedel, o sahabenin önderi lideri, Peygamberi iki taş bağlamıştı. Lafı gelince bunu anlatıyoruz da kaç zengin, makam sahibi, kendini lider önder  görenlerde bunları görüyorsunuz?

Peygamberimiz kul hakkına nasıl dikkat etti? Sadece münafıkların mı cenaze namazını kılmadı! Ganimetten mal aşıran kişinin cenaze namazını kıldı mı? Eğer bunu kriter olara ele alacak olursak (ki bence almalıyız) bu gün kaç kişinin cenazesi namazsız ortada kalacaktır? Savaşa gidileceği zaman kul hakkı olan gelmesin dediğin de komşusunun ağacının altına izinsiz bevleden sahabeye de sen de gelmeyeceksin dedi. Müslüman olan komşudan rahatsız olan Yahudi haklı çıkmıştı. Haram birkaç lokmayı bilmeden yiyen Hz. Ömer parmaklarını gırtlağına sokarak kusmuş ve hizmetçisini azarlamıştı. Bu gün bizim sadece ramazanda değil senenin on iki ayında parmaklarımızın boğazımızdan çıkmaması gerekir. Ganimet malından hak isteyen kızına senin hakkın babanın öz malındadır, ganimet malı milletin malıdır ey Hafsa diyen Hz. Ömer kaç kişimize örnek olabiliyor, ya da olabildi! Beytülmalın bakıcısı, borcunu ödemeyen halife Ömerden borcu ister ve ikaz ederdi. Borcunu öde ya Ömer! derdi. Kendisi kul hakkına dikkat eden bir idareci, hesabın başına da kendisi gibi biri getirecektir.  Demek ki kayıt altında tutuluyordu. Çoğu zamanda gelecek maaşından ödeyebiliyordu. Bu size ne anlatıyor! Maaşının fazlasını vefatında bir sandukça içerisinde hazineye bırakan Hz. Ebu Bekir bu tavrıyla bize ne anlatıyor? Ebu Suud Efendinin fetvalarını sandukça içerinde tabutuyla beraber mezara konulmasını Kanuni neden vasiyet etmiş ti! Hz. Ömer borç alacağı zaman hazineden değil de dostu Abdurrahman b. Avftan alırdı. Veremezsem ahrette sadece sana borçlu olacam, ama hazineden alırsam ödeyemezsem bütün milletin hakkını nasıl öderim ahrete” diyerek kul hakkını millet hakkını ümmet hakkını önemsiyordu. Halbuki onlara Kur’an okuyordu, onlarda oruç tutuyordu, onlarda ramazanı idrak ediyorlardı. Onlar da namaz kılıyorlardı. Ne dersiniz? Bir savaşta ölen biri için, sahabe, şehit oldu derken Peygamberimiz; o şehit olmadı, ben onu cehennemde yürürken görüyorum, sebebi de beytü’l maldan (kamu malından) izinsiz aldığı giysidir dedi. Sonra Hz. Ömeri çağırır ve: “ya ömer, git, insanlara şunu söyle: ‘cennete yalnız ve yalnız mü’minler girecektir.”

Bir lokma haram yiyen bir mü’minin kırk gün duası kabul olmaz. Bu söz hadistir. Peygamberimizin sözüdür. Bir öğünü düşünelim, bir günü düşünelim, bir ayı düşünelim. Ve biz yine ramazanda kuran okumalarına devam edelim. Mukabelelere devam edelim. Tv programlarında dini öğrencem diye saatlerimizi harcayalım, topluca yapılan dualarda aminlerle cevap verelim. Teveccühünüzü, iyi niyetinizi kırmak istemem, ama biraz da gerçekçi olmamız gerekir. Hiç birimiz asr-ı saadet Müslümanlarından daha fazla Müslüman değiliz. Ama bu içinde yaşadığımız gayr-i ciddi samimiyet ifade etmeyen Müslümanlığı da onlarda görmedik. Biraz durum tespiti yapmamız gerekir.

Son günlerde peygamberimizi bitkin ve yorgun gören sahabe sorduğunda; peygamberimiz: Beni hud suresi ihtiyarlattı demişti. Ne vardı Hud suresinde peki! “festekim kema ümirte”, “ya Muhammed, sana emrolunduğu gibi dosdoğru ol” ayeti vardı. Peygamberimizin saçını başını ağırtan bu ayetti. Ömrü hayatı boyunca dosdoğru olması emredilmişti. Bizi ne ihtiyarlattı peki. Bu ayetin emrine muhatap olarak hiç ihtiyarladık mı, hiç zayfıladık mı, hiç üzüldük mü!

Din böyle başladı. Namazla oruçla hac la başlamadı. Binanın temeli misali dinin temeli önce akidelerle yani inançlarla atıldı. Amel ise sonradan.

Müslüman tereyağına benzer. Tereyağı kokarsa zararlıdır ve atılır, istifade edilmez. Kokan, yani bozulan müslüman da zararlıdır, makamın, zenginliğin, mevkinin bozduğu müsümanın şerrinden Rabbim muhafaza eylesin. Yoğurt ekşirse ayran yaparsın, süzme yoğurt yaparsın yine yersin. Et kokarsa tuzlarsın, peki tuz kokarsa ne yapacaksın?

Bir hadis okuyayım sizlere: “iki sınıf insan vardır, onlar doğru yolda olursa insanlar doğru olur, yanlış olursa insanlar da yanlış olur. O iki sınıf insanlardan biri ulema, diğeri umeradır. (Yani alimler ve amirlerdir.) Heyhaaaaaat. Nerdeeeeee.

Dinimizde böylesine önemli ameli ve hayati konular varken tv ekranlarında dinlediğimiz konulara ne diyeyim artık!.

Hz. Ömer der ki; tövbeyle uğraşacağına günahı terk et. Bir ay ramazanda Müslümanlığımıza değil de, on bir ay nasıl yaşıyoruz, onun muhasebesini yapalım. Yoksa hatimler teravihler tv programları bizleri kurtarmayacaktır. Acı ama gerçek budur.