"İslam'da ne vardır, ne yoktur" konusunda bir dizi yazı kaleme almıştım. Maksadım İslam'ın temiz, güzel, nurlu yüzünü kirli, kara, çatık göstermek isteyenlerin ellerinden bazı fırsatları almaktı. Evet maksadım yalnızca bu idi; modermizmin etkisinde kaldığım, onlara yaranmak, onlar tarafından beğenilmeyi istemek, bu etki altında İslam'ı çağa uyarlamak gibi bir maksadım yoktu. Aslında herkes (yazan da tenkit eden de) yapıp ettiklerinde bazı tesirlerin altında kalırlar ve kimi zaman bunun farkında olmayabilirler. Yapılması gereken şey başkalarının niyetini okumak, psikolojisini deşifre etmeye soyunmak değil, açık ifadelerine bakarak hüküm vermek ve kendini denetlemek, neyin tesiri altında olduğunu keşfetmeye çalışmak ve eğer bu tesir meşru değilse ondan kurtulmaya yönelmektir.
Ben recim konusunda ileri sürdüğüm görüşü "usul dairesinde" delillendiriyorum; yani modernistlerin tesiri altında kalarak usul dışına çıkmıyorum, usul içinde kalarak "İslam'da var mı, yok mu" sorusuna cevap arıyorum. Benim yok dediğime bir başkası yine usul içinde kalarak ve kendince sahih gördüğü delillere dayanarak "var" derse o da onun görüşü, tercihi veya taklidi olur. Tartışmayı bu çerçeveden çıkarıp muhataplarını şuraya veya buraya katmaya çalışmak ilim ve ahlak ölçülerine sığmaz, ayrıca mezmum duygulardan da kaynaklanabilir.
Recim konusunda, şu anda önümüzde üç görüş (açıklama, tercih, yorum) var:
1. Kadim ve ekseriyetin kabul ettiği "İslam'da recim had (değişmez ceza) olarak vardır."
2. Recim Yahudi şeriatında var idi, peygamberimiz bunu birkaç defa uygulattı, sonra Kur'an bu cezayı kaldırdı, yerine evli olsun bekar olsun zina edenlere yüz sopa cezasını getirdi (M. Ebu Zehra).
3. Evli veya dul olarak zina yapanlara uygulanan recim cezası had (değişmez, sabit) ceza değildir, tazir (yönetimin takdirine bırakılmış, gerekli görülürse kaldırılabilir) bir cezadır (Kardavi, ben ...)
Birinci şıkkı savunan tenkitçi temelde bir delile dayanıyor: Recim konusunda nas (hadis veya tilaveti neshedilmiş ayet) vardır ve bu nas üzerinde (bu nassın had olarak recim cezsını getirdiği hükmünde) de icma hasıl olmuştur.
Eğer bu istidlal bize göre de doğru olsaydı başka diyecek sözümüz olamazdı. Halbuki bize göre recim hakkındaki hadislerin tartışılmaz olanları "recimin had olduğu sonucuna götürmüyor, tazir olabileceği sonucuna kapıyı açık bırakıyor. M. Ebu Zehra'ya göre ise bu hadisler, celde (yüz sopa) ayeti ile neshedilmiş bulunuyor.
Bizim istidlalimizi destekleyen usul ve füru kitaplarından bazı nakıller yapmakla yetineceğim ve bundan sonra işime bakacağım:
Birçok usul kitabı yanında mesela İmam Şafiî'nin Risalesine bakıldığında icma ile ilgili olarak şu bilgileri alıyoruz:
Sahabe bir hükümde ittifak eder ve bu hükmün delili olan hadisi de açıkça Peygamberimiz'den naklederlerse (O şöyle buyurdu, biz de bunun üzerinde ittifak ettik derlerse) inşallah bu dedikleri gibidir (bunu nas üzerinde icma olarak kabul ederiz). Eğer icma ettikleri hükmün dayandığı delilin Peygamberimiz'e ait olup olmadığı konusu ihtimalli ise bunu, nas üzerinde icma (icma yoluyla nakledilmiş hadis) olarak kabul etmeyiz. (M. Şakir neşri, s.471-472).
Kitab ve üzerinde ihtilaf edilmemiş, ittifak edilmiş sünnet ile hükmettiğimiz zaman "zahirde ve batında hak ile hükmettik" deriz.
Başta tek ravili ve insanların üzerinde ittifak etmedikleri sünnet ile de hükmederiz, bu takdirde "zahirde hak ile hükmettik" deriz; çünkü hadisi rivayet eden tek kişinin yanılması mümkündür.
Sonra icma ve kıyas ile de hükmederiz, fakat bu (bu manadaki icma ve kıyas) ondan (yukarıdaki iki delilden) daha zayıftır, fakat başka çare olmadığından onlarla da hükmederiz; çünkü hadis var iken kıyasa gidilemez..." (s.598-599).
Naşir A. Muhammaed Şakir dipnotunda şu açıklamayı yapıyor: Burada kastedilen icma (zahirde ve batında hak ile hükmetmeye dayanak olan icma) şarabın haram olması, öğle namazının farzının dört rek'at olması gibi dinden olduğu kesin (zaruri) olarak bilinen hükümlerdeki icmadır.
Sükuti icma tartışmalı olduğu gibi sahabeden sonra icmaın vaki olup olmadığı konusu da tartışmalıdır.