Tek soruda neler yıkıldı

xxx09

MEHMET Barlas’a lakap takmadım, hakaret sözcüğü kullanmadım, küçümsemede bulunmadım.

Sordum, sadece sordum:
“Sen 12 Eylül’ün darbeci lideri Kenan Evren’i evinde ağırladın mı, ağırlamadın mı?”
Cevap geldi:
“Sentetik Türk... Çakma Nişantaşılı... Kenarın dilberi... Cahil... Mütecaviz...”
Darbeci general ile dostluğu anımsatılınca...
Bizim Mehmet Barlas’ın o meşhur kibarlığı, nezaketi, anlayışlılığı, tahammülü yıkıldı gitti.
Demek ki “beyefendi”nin nezaketi, tek soruda yıkılacak cinsten bir nezaket imiş.
* * *
Mehmet Barlas, dünkü yazısında Kenan Evren’i evinde ağırladığını kabul etmiş.
“Evet, ağırladım” diyor.
Ardından da şunları yazıyor:
“Kenan Evren benim evime 1989’un yazında Cumhurbaşkanı iken geldi. Aynı eve daha önce Turgut Özal Başbakan olarak, aynı yılın kışında da Cumhurbaşkanı olarak geldi. Ayrıca evimde ağırlananlar arasında İsmet İnönü de, Bülent Ecevit de, Süleyman Demirel de, Necmettin Erbakan da var.”
Yani demeye getiriyor ki:
“Bizim ev, her türlü devlet başkanını ağırlar. Bu bağlamda Kenan Evren’i de ağırlayıverdi.”
İyi, güzel de Mehmet Barlas, benim anlamadığım şu:
Senin evinin, bütün devlet başkanlarını ağırlamak gibi bir yükümlülüğü mü var?
Hani Kamerun Cumhurbaşkanı falan olursun da, “Falanca devlet adamını neden ağırladın evinde?” diye sorulduğunda, “Ne yapayım birader, protokol icabı...” dersin.
Bir gazeteci olarak senin bu türden bir protokol zorunluluğun mu var?
Kenan Evren’e “Sen bir darbecisin... Gelme evime...” diyemedin mi?
Bir gazeteci, hiç de zorunlu olmadığı halde her gelen lideri evinde ağırlıyorsa, ona “her devrin adamı” denmez de ne denir?
* * *
Hakkını yemeyelim...
Belki de Mehmet Barlas, evinde ağırladığı devlet adamlarının şeref listesini, benim gibi “kenar mahalleden gelmiş/çakmaların çakması” bir adamın gözüne sokarak, belki de şunu demek istiyordur:
“Kardeşim ben üst sınıf bir adamım... Bizim sınıfın mensupları, öyle darbeciymiş marbeciymiş hiç bakmadan her türlü devlet adamını evinde ağırlar... Senin gibi kenardan gelip ortaya yerleşmeye çalışan çakmalar, bu işten anlamazlar... Hadi git işine...”
* * *
Eğer Mehmet Barlas, böyle demek istiyorsa...
O zaman kendisine...
Demokrasinin şahlandığı şu günlerde...
Kenardakilerin iktidarının perçinlendiği şu dönemde...
Üst sınıf adamların kenardan gelen muktedirlerin yanaklarını okşadığı şu süreçte...
Böyle seçkinci takılmanın fena halde ayıp kaçtığını anımsatmak isterim.
Hem böyle yaparsa...
“Yüzde 42” dönüp Barlas’a, “Hani seçkinci bizdik ya Barlas” diye soruverir ve Barlas bir kez daha o meşhur nezaketini bozmak durumunda kalır.
Ya da...
Çok daha fenası söz konusu olabilir.
“Kenarın Başbakanı” olarak küçümsenen Tayyip Erdoğan, “Mehmet Bey... Mehmet Bey... Yıkışmıyor ama... Ayıp oluyor ama...” falan der.
* * *
Neyse... Neyse... Uzatmayalım.
Benim “Mehmet Barlas olayı”ndan çıkardığım ders şudur:
“Demokratım”, “Kibar adamım”, “Tahammüllüyüm”, “Seçkinci değilim”, “Eleştiriye açığım” diye birer “Erdem anıtı” gibi ortada dolaşan adamların mutlaka bir sınamadan geçmesi gerekiyor.
Cevabını vermekte zorlandıkları bir soru ile karşılaştıklarında hâlâ demokrat, hâlâ kibar, hâlâ tahammüllü, hâlâ seçkincilik taslamayan bir tutum takınıyorlarsa, tamamdır.
Yok, eğer efendiliklerini bozuyorlar, sınıf ayrımcılığı yapıyorlar ve seçkincilik taslıyorlarsa...
Koyver gitsin...

Tayyip Erdoğan Tophane’yi bilir

BAŞBAKAN Erdoğan, dün yaptığı konuşmada “Yüzde 58 evet oyu da, yüzde 42 hayır oyu da vatan aşkıyla verilmiştir” dedi ve olayı bitirdi. En azından bazı yandaşlarından daha sağduyulu olduğunu kanıtladı. Teşekkür ediyoruz.
* * *
Erdoğan dünkü konuşmasında ayrıca, “Kasımpaşalıyım ama Tophane’yi de iyi bilirim” demiş.
Doğrudur, Erdoğan oraları gayet iyi bilir.
Nereden mi bilir? Anlatayım:
Henüz Refah Partisi’nin “Bize yüzde 7 derler” dediği dönemdi. Partinin ilk ciddi şahlanışı, Tayyip Erdoğan’ın Beyoğlu Belediye Başkan adaylığı döneminde gerçekleşti.
Erdoğan o seçimde Beyoğlu Belediye Başkanı olamamıştı ama ilçede Refah’ın oylarını yüzde 19’a çıkararak herkesi şaşırtmıştı.
O dönemde Tophane’de racon kesenlerin Erdoğan’a gönül verdikleri söylenir, buna dair anekdotlar anlatılırdı.
Bilmeyenler bilsin, bilenler de hatırlasın istedim.

Fark göremiyorum

-  Madem siz de hep kafa denklerinizi önemli makamlara getirecektiniz, o halde neden adalet ve hakkaniyet bayrağını elinizde dalgalandırdınız ki?
-  Madem siz de sesini yükseltenin haysiyetini iki paralık edecek malzemeleri hemen devreye sokacaktınız, o halde neden size yönelik komplolardan şikâyetçi oldunuz ki?
-  Madem siz de el altından size servis edilen gizli bilgileri kullanarak psikolojik savaşın bütün kirliliklerine prim verecektiniz, o halde neden size karşı yürütülen psikolojik savaşlardan yakınıp durdunuz ki?
-  Madem siz de sizden olmayanları devlet katlarına asla ve kata yanaştırmayacaksınız, o
halde neden zulüm edebiyatı yaptınız ki?

İstanbul için çılgın projeler

-  Sanat galerilerini kırmızı bölge içine almak...
-  Tophane kültürünü yaşatmak için eski kabadayılık raconunu öğreten kurslar açmak.
-  Bedri Baykam’ı Sivas’ta zorunlu ikamete mecbur etmek...
-  Sultanbeyli’den Nişantaşı’na teleferik sistemi kurup, adını “kardeşlik köprüsü” koymak...
-  “Mehmet Barlas’ın evinde ağırlanan devlet adamlarının heykelleri müzesi” açmak...
-  “Mahalleliler” ile “Enteller” için ortak yaşam alanları oluşturmak.
-  Kadir Topbaş’ı Ankara’ya, Melih Gökçek’i İstanbul’a başkan yapmak...

Beş adımda bir yazarın ayakta kalma kılavuzu

BİR: Hükümeti zora sokacak tatsız bir olayla ilgili olarak ilk yapılacak değerlendirme mutlaka “Bu bir münferit olaydır” olmalı.
İKİ: Argüman oluştururken, her şeyi Ergenekon’a ya da derin devlete bağlamak asla ihmal edilmemeli...
ÜÇ: Yüzde 58 alabildiğine yüceltirken, yüzde 42 alabildiğine küçümsenmeli...
DÖRT: Bir yazar bir gazeteden atıldığında “Kedidir kedi” falan diyerek geyik çevrilmeli.
BEŞ: Kemal Kılıçdaroğlu’ndan “komik bir figür” gibi söz edilmeli.