TEFEKKÜRNAME: SADRIMDAN SATIRLARIMA DAMLAYANLAR

Bilgin ERDOĞAN

TEFEKKÜRNAME: SADRIMDAN SATIRLARIMA DAMLAYANLAR

İKRA” hitabı ve Üç Dalga Teorisi

Alvin Toffler’in toplumları tanıma adına “Üç Dalga Teorisi” sosyoloji ve siyaset bilimi ile ilgilenenlerin sıklıkla duyduğu bir yaklaşım şeklidir. Toffler’a  göre tarihte toplumlar üzerinde  üç dalga  yaşandı. Birinci dalga dediği toplumların tarım aşamasındaki durumları. İkinci dalga 1600’lü yıllardan sonra Sanayi Devrimi ile  Üçüncü Dalga ise Sanayi Devrimi sonrası aşamadır. Alvin Toffler birinci dalgada iş gücünü ikinci dalgada makinayı üçüncü dalgada ise bilgiyi anahtar kavram olarak nazara verir.

 Kur’an ise işte daha bu yüzyılın başına dikkat çekilen bilgi gerçeğine daha Alak süresinin ilk beş ayetinde vurgu yapmıştır. Düşünün ki ilk inen beş ayette iki defa Oku ! anlamına gelen (İkra) ifadesi bir defa eğitim aracı olan (Kalem) kelimesi dört defa ise ilim yani bilmek ve öğrenmek kökünden gelen ( allem, ma’lem, ya’lem) fiileri zikrediliyor.

 Zira bilgi her ne kadar Alvin Toffler’in dediği gibi yaşadığımız yüz yılda biraz daha önem kazandıysa da aslında kadim dönemlerden beri hep ehemmiyetli bir hazineydi. Bu gerekçeyle bir ülkeyi istila eden düşman kuvvetler sadece evleri ve binaları viraneye çevirmediler o şehirlerin ve beldelerin kütüphanelerini ve bilgi merkezlerinide yakıp yıktılar.Doğu dünyasında Timur, Hülağu, Cengiz gibi isimler kitapları ve kütüphaneleri yok ederken Batı Dünyasında ise Haçlı sefeleri ile özellikle Endülüste bir çok kitap yakıldı ve yok edildi.

Bir düşman kitaptan ne isteyebilir? Kitap yakmak  neyin nesi ! diyebilirsiniz. Lakin biliyorlardı ki bilgi demek güç demektir. Bilgisizlik güçsüzlüktür. Amerika’da kölelik dönemine gidersek biliyoruz ki kölelelere bir dönem okumaları ve yazmaları dahi yasak edildi. Okumayı öğrenenlere ağır cezalar veriliyordu. Zira okumayan, bilgisiz toplumlar sömürülmeye mahkumdurlar. Bu nedenle vahiy “İKRA” hitabıyla evvela özgürlük gerekçesiyle muhataplarını Allah adıyla okumaya teşvik ediyordu. Okumaya yani düşünmeye..

                                                                     ..........

Mezhepsel isimlendirme Hristiyanlaşma eğilimidir

Bugün Hritsiyan tabiri onların kitaplarında geçen bir tabir değil.Bizdeki mezhep veya tarikat isimleri gibi daha sonradan ortaya çıkmış.Nasıl ki Kur’ana göre biz sadece müslümanız lakin Allah resulü’ndan sonra mezhepsel isimlerle anılmaya başlamışız aslında tabir olarak Hristiyanlıkta İncilde geçmez.

Zira Hristiyan tabiri ilk defa İsa’nın vefatından 10 yıl sonra Antakyada kullanılıyor.(bknz.Resullerin işleri:11:26) Dolayısıyla İsa’nın yaşadığı dönemde kardeşler (bknz.Resullerin İşleri 15:1,23) veya havariler (Resullerin İşleri :9:26) veya iman edenler ( bknz.Resullerin işleri :5:12) veya azizler (bknz.Romaliara Mektup:8:27) sıfatlarına haizler. Lakin İsa’dan yaklaşık 10 yıl sonra bu tabir ilk defa Antakyada havariler arasında kullanılmaya başlıyor.

İsa’nın vermediği ismi havarilerin birbirine vermesi ve bu şekilde bir isimle kendilerini anmaları İslam dünyasında müslümanların birbirlerini mezhep imamlarının isimlerine nispetle çağırmalarına benziyor. Kanımca kişinin kendisini bir mezhebin liderine nispetle ifadelendirmesi bir nevi Hristiyanlık alameti gibidir.

Oysa ki Kur'an ne guzel der : " Allah'a çağıran, güzel işler yapan ve 'Ben Müslümanlardanım' diyen kimseden daha güzel sözlü kim var?" Fussilet:41:33

                                                          ..........

Med Cezir Misali Hayat

Hayat, med cezir misali mazideki hatıralar ve istikbaldeki hayaller arası gidip gelen,bir ucu nostlaji diğer ucu emel olan ve insanın yaşadığı ana dahi anlam ve renk katan garip bir melankolidir. Zaman-ı maziyi ölmekten ve madum olmaktan ve istikbali belirsizliğe mahkum olmaktan çıkaran ise mazideki hatıralarımız ve müphem istikbalimiz için tasavvur ettiğimiz hayallerimizdir.

Bizim şu an hali hazırdaki düşünmemize, davranmamıza, bilincimize, bilinçaltımıza, duruşumuza, oluşumuza, bakışımıza, dünya görüşümüze, mefkuremize, hassasiyetlerimize, göz yaşlarımıza, tebessümümüze, öfkemize, nefretimize, coşkumuza ve aşkımıza sebep olan en temel saik geçmişte yaşadıklarımız ve gelecekte yaşamak istediklerimizdir.

 İşte iman insana öyle bir tasavvur kazandırır ki ölüme ve madumiyete mahkum ettiğin o mazi senin şimdini ve hatta sonranı anlamlı kılan yaşayan bir gerçeğin olurken istikbal için belirsiz gördüğün hayallerin cennet isimli bir müjdeyle seni yaradanın kutlu bir vaadine dönüşür.

Aslında insandaki hayal melekesidir ahiretin biricik delili.Zira insanın midesine şefkatiyle muamele edip onun açlık acısını gideren Allah, şu dünya gurbetinde firakı ve iftirakı damarlarına kadar yaşayan ve hisseden insanoğlunun yüreğindeki feryad-ı figanı, hasreti ve acıyı, coşkuyu ve aşkı, heyecanı ve helecanı dindirecek ve teskin edecek bir sonsuzluk yurdu yaratmaz mı? Yüreğini kaybetmeyen imanını kaybetmez.

                                                        ..........

Leyle-i Mevla

Geceyi leyle-i Leyla (ızdırap gecesi) olmaktan kurtarmanın yegane çaresi onu leyle-i Mevla yapmaktır Bunun yolu ise vahyi tefekkur etmektir.21 Aralık en uzun gece derler lakin hangi gecenin kısa veya uzun olduğu kişilerin kendileriyle ilgilidir. Öyle geceler vardır ki bir saniye gibi geçer ve biter ve öyle geceler vardır ki aylara ve yıllara bedel. Arap lisanında geceye leyl demişler.

Kameri takvimde ayın en son gününe Leyla derler zira o gece ay görülmez ve etraf sadece zifiri karanlıktır. Abdülhak Hamidin makberini hatırlatır adeta.. Lakin o dahi “Her yer karanlık..“ derken muvakkitlerin leyl dediği geceden bahsetmiyor kendi iç dünyasındaki geceyi dillendiriyordu o meşhur gazelinde..

İşte insanın geceyi yani ızdırabı iliklerine kadar yaşamasina bizim istilahımızda leyle-i Leyla demişler. Şairin dediği gibi : "Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir mübtela-yı gama sor kim geceler kaç saat” Yani en uzun gecenin hangisi olduğunu ne müneccim, ne de takvim yapanlar bilir ızdıraba müptela olanlara sor ki geceler kaç saatti.. İşte geceleri leyle-i Leyla olmaktan kurtarmanın yegane çaresi geceyi leyle-i Mevla yapmaktır. Bunun yolu ise vahiyle iştigal etmek Kur’an üzerinde inceden inceye tefekkür ve tedebbür etmektir. 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.