Gerçekten insanın hafsalası bu kadarını almıyor: Hükümetin Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atanmasına itiraz ettiği bir orgeneral için bir başka orgeneral erken emekliliğini istedi. Söylenenlere göre, iki orgeneral dönem arkadaşıymış ve bu yüzden, olması beklendiği halde olamayanın yerine ötekinin gelmesi 'teamül' gereği şık düşmezmiş...
Olayı, emekliliğini isteyenin bunu diğer orgerallerin isteği üzerine yaptığı spekülasyonuna kadar vardıran yorumcular da var.
Hafsala işte bu noktada duruyor. Hangi senaryo doğru olursa olsun, 'devlet geleneği' konusunda en hassas ve titiz insanları çatısı altında topladığına inanılan 'ordu' kurumu, üst düzey komutanları eliyle, o geleneğe taban tabana zıt bir noktaya çekiliyor. Devletin başı ile devletin silâhlı gücünün ters noktalarda konuşlanmaları 'devlet geleneği' ile bağdaşmaz çünkü.
'Gelenek' yerine 'teamül' denilen başka bir ölçü öne çıkartılıyor. Askerlerin terfi ve atamalarını kendi kendilerine kotarmaları 'teamül' gereğiymiş; bu da Genelkurmay Başkanlığı koltuğunda oturan her komutanı kendisinden sonraki komuta kademesini belirleme hevesine sürüklüyor. Turgut Özal döneminde siyasi irade müdahalesiyle bir komutan beklediği konuma gelemediğinde, ondan iki önceki Genelkurmay Başkanı'nın 2010 yılına kadar kimlerin kendisine halef olacağıyla ilgili hesaplarının bozulduğundan söz edilmişti.
2010 komuta kademesini 1988'de belirleme sevdasına 'sağlıklı bir teamül' diyebilir miyiz?
Şimdi karşı karşıya kaldığımız gelişme, 2007 yılı içerisinde tanık olunan 'Çankaya Savaşları'nın esas sebebini daha iyi değerlendirmemize de yarıyor. Şimdilerde kendi kendilerini atama işlemlerine müdahale edildiğinden yakınanlar, 2007 yılının neredeyse bütününü kapsayan seçim sürecinde, Sezer'den sonra Çankaya Köşkü'ne kimin çıkacağını belirleme çabasına girmişlerdi. 27 Nisan (2007) tarihli 'e-muhtıra' o çabanın sonucudur ve Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olmasını engellemek üzere internet sitesine konulmuştur.
İşe bakınız: TSK'da kimin hangi konuma geleceğini siyasilerin belirlemesini hoş karşılamayanlar, tamamen siyasetin ilgi alanına giren cumhurbaşkanlığı seçiminde tavır almakta sakınca görmüyorlar. Sadece son cumhurbaşkanı seçiminde değil, daha öncekilerde de...
Çankaya Köşkü'ne milletvekillerinin oylarıyla seçilerek çıkan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve süreci içeriden değerlendirebilenler, o günlerde neler yaşandığını ve kimlerin ne tür bir etkileme kampanyası yürüttüğünü biliyorlar elbette. Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecini Ak Parti'nin kapatılmasıyla sonuçlanabilecek bir yargı aşaması izledi. O sırada da 'kara propaganda' yöntemlerinin kullanıldığı, Genelkurmay'ın IP adreslerinden yararlanan bazı internet sitelerinde çıkan haber ve yorumların Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın Ak Parti'nin kapatılmasını talep eden iddianamesine yol bulduğu biliniyor.
Bunları Başbakan Tayyip Erdoğan bilmiyor mu? Önü kesilmek istenen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül?
Nasıl bir 'teamül' ise bu, son birkaç yıl içerisinde yaşanan siyasete açık açık müdahaleyi de içeriyor gibi...
Ülkemizde son on yılda bir dizi talihsiz olay yaşandı. Önce Bülent Ecevit'in rahatsızlığı abartılarak 'görevini yerine getiremez raporu' ile başbakanlık süresi kısaltılmak ve yerine başka biri getirilmek istendi. Ardından üç partili koalisyondan MHP'yi dışlama yolları arandı. Sandıktan Ak Parti dışında bir iktidar çıkartılmaya çalışıldı. Ak Partili yıllarda olanlar hepimizin bilgi dağarcığında; 'ayışığı'ndan 'balyoz'a uzanan çeşitli darbe planları...