MECRA GÜNLÜKLERİ
Dünya hayatına özel ve kısıtlı bir kontenjan olarak verilen şehitlik, “ölüm gibi müthiş bir gerçek, neden Allah için olmasın” şiarıyla, şefaat hakkını elde eden erlerimizi rahmetle yâd etmek, varlığımızı tehdit eden rızık ve ölüm endişesinin bir nebze önüne geçeceğini ümit ediyorum.
TAŞRA ÖZLEM DUYULAN BİR YERDİR.
Bir vakit yazar bir dostumuz, yalan başlıklı bir hikâyenin ifasında başrol oynamıştı. Hikâye, hakikatin farklı tezahürlerini ele alırken, gerçeğin ne olduğunu araştırmakla kalmamış, gerçeğin ne olduğunu izah etmek maksadıyla hikâyesinde yalan ismini kullanmış ve derdini böyle tanımlamıştı. Yani düalizm.
Bu hikâye, zihnimize gerçek insan modelini fısıldarken eylemini taşra esintileriyle şekillendiriyordu. Taki bu hikâyenin kapağı, ekâbir takımından biri ile karşılaşana kadar. Bir eziklik içerisinde yazılmış kitabın başlığı gibi algılamış olmalı ki, bu öykünün farklı bir dünyanın kapılarını aralayabileceğini hiç düşünmemişti. Davranışları, bir hakikatin yalan ismiyle açıklanabileceğine fırsat vermezken, TDK’nin taşra tanımı ona söylenenleri anlama fırsatını dahi verememişti. Şairin deyimiyle, yanık yağların arasında boğulmuş binalarda, delirme hakkını tercih etmiş bir zümrenin, taşrada yaşayan şairin sözlerini anlayabilmesi ancak üstün bir ırk, aydın bir zümrenin kabul edebileceği delillerle mümkün olduğu idi. Taşra dünyanın seyrini değiştirecek bu delilleri hiçbir zaman fırsata çevirmeyecek.
Taşrada geçen hikâye, sinema, deneme gibi eserlerde çoğunlukla taşranın o sığ ve gündelik alışılmış tekrarları gözümüze çarpar.
Ev ile işyerinin arasındaki mesafe o kadar kısadır ki, ne bir toplu taşıma ne hususi bir araca ihtiyaç vardır. Taşra insanının, yaz aylarında yıllık izin günlerini değerlendirebileceği pek fazla seçenekte yoktur. Bundan dolayıdır ki, yılın dörtte biri oranında birikmiş yıllık izni olan memurlarla dolup taşar. Şehir dışı seyahatler çoğunlukla sağlık sorunları nedeniyle gerçekleşir. Taşranın dışına çıkmanın en geçerli nedenleri arasında sağlık sorunları gösterilebilir. Bir bankacı, hedeflerine kolayca ulaşabilir. Şehrin bütün esnafını gerekirse bir günde dolaşabilir, hal hatır sorabilir. Taşra, bir bankacının kaygısını küçük esnafın kaygısına denk tutar.
Üstün ırk, aydın bir zümrenin kim olduğunu bilmek önemli değil. Taşranın geçmişle olan bağını değil, geleceğinin önünü tıkayan asıl sorumlular olduğunu bilmemiz yeterli olacaktır.
Taşrada şairler sözlerini sarf ederken, bulunduğu yerin konumu önceden belirlenmiştir. Çevresinde olması gereken kişilerin kimler olacağı, hangi dili konuşacakları bellidir. Çünkü şair, muhatabının kendisine bir düş kırıklığı yaşatmayacağından her zaman emindir. Şiire ilişkin ortam şartları, şairin söz sarf edeceği zamana kurguludur. Zihni, uyumlu olmanın kalan sağlarla yürütülemeyeceği ile meşguldür. Taşra, üzerimizdeki bulutları eksik etmese de, avloğu; zamanın bittiği yerde karşısına çıkan ilk genişlik olmuştur her zaman.
Bu görünenlere rağmen, İyiye ve kötüye dair birçok şeyin, taşradan daha doğru tanımlandığı görünmektedir. Ne taşranın “mahkûm olmuş bir hayat” olduğu yanılgısı, ne de boğucu puslu havası bu inancın ötesine geçemiyor. Taşrayı anlamak için, filozofların gündelik sıradan sohbetlerinin, evrenin şifrelerini sorgular boyutta taşrada gerçekleştiğini tekrar düşünmekte fayda var.
Taşrayı makbul kılan, vefakâr insanların zalimlerle yaşamayı reddeden bir refikler topluluğu oluşudur.