Azınlık bir kesim dışında herkes mevcut anayasaya karşı ve yenisinin yapılmasını istiyor. Bunun içinde yeni bir anayasa yapılması sıkça gündeme geliyor. Ne var ki siviller yeni bir anayasa yapmayı göze alamadılar -yapamıyorlar dememek için bu kelimeyi kullandım- neticede değişiklik gündeme geldi. Elbette getirilen değişiklikler yetersiz. Çünkü yukarıda da belirttiğim gibi mevcut anayasanın tepeden tırnağa yenilenmeye ihtiyacı var. Ancak, yenisi yapılmadı ya da yapılamadı diye getirilen değişiklikleri bir kenara itmenin, gerçekleşmesini şu ya da bu şekilde engellemenin de anlamı yoktur.
Getirilen değişikliklere itirazların olması, eksik ya da yanlışlarının bulunması mümkündür. Bu bakımdan şu günlerde tartışmaların esasını bu eksiklikler ve yanlışlar oluşturması gerekirken özü bir kenara bırakıp bir takım şekli tartışmalarla vakit geçirilmesi söz konusu anayasadan kısmen de olsa kurtulmayı engelleyici bir sonuç verecek olursa bu durum sadece mevcut darbe anayasasının kılına bile dokunulmasına karşı olanların işine yarar, şekil şartları üzerinde duranları onlarla aynı safta buluşturur.
Şu günlerde mevcut durumun bir kere daha hatırlanmasında yarar var diye düşünüyor, bunun içinde Misak Dergisi'nin son sayısında yer alan "Anayasa değişikliği, Yargı Reformu ve Referandum Tartışmaları" başlıklı haber yorumdan bir bölüm aktarmak istiyorum:
"Resmi ideolojiyi sivil din haline getiren siyasi rejimlerde; servete, propaganda imkanlarına (medyaya) ve silaha sahip olan zinde güçlerin diğer insanları baskı altına aldıkları ve onların en tabii haklarına tecavüz ettikleri malumdur.
Türkiye, askeri darbe döneminde hazırlanan ve 'ihtilal sözleşmesi' hükmünde olan Anayasa hukuku ile yönetilen bir ülkedir. 28 Şubat sürecinden Genelkurmay Başkanlığı'na çağrılan ve kendilerine brifing verilen yargıçlar ve savcılar; Ak Parti iktidarını ( Bu yarın da bir başka parti iktidarı olabilir) köşeye sıkıştırmak için ellerinden gelen gayreti sarf etmektedirler."
Haber yorumda yürürlükteki anayasanın 153. maddesine atıfta bulunularak Yüksek Mahkeme'nin kararlarının kesin olduğu, iptal kararlarının gerekçesi yazılmadan açıklanamayacağı hükmü hatırlatılarak şöyle denilmektedir:
"Anayasa Mahkemesi üyeleri yıllardır gerekçesiz iptal kararlarını açıklamaktadırlar. Son yıllarda Anayasa Mahkemesi'nin TBMM'ye ait yetkileri üzerine aldığı ve Ankara'da yaşandığı gibi belediye otobüslerinin bilet fiyatlarını Danıştay'ın belirlediği bir döneme girilmiştir. Ergenekon örgütünün davasının başlamasından sonra, Adalet Bakanlığı ile HSYK üyeleri arasında yaşanan kriz, yeni problemlerin gündeme gelmesine vesile olmuştur."
Mevcut durumla ilgili tespitleri uzatmak mümkün. Ve bu durumdan rahatsız olanların sayısının tespiti için bir referanduma gidilse sanıyorum yüzde 70'in altına inmez. Buna rağmen Meclis'te değişiklik oylamalarında 367 oyun bulunması zor görülüyor. Neden böyle bir görüntü ortaya çıktığı sorusunun cevabı ise işin özünün bir kenara bırakılarak şekil şartlarının tartışılıyor olmasıdır. ΩOlay demokratikleşme, insan haklarının teminat altına alınmasından çıkartılarak 'çoğunluk-çoğulculuk', referanduma gidilsin mi gidilmesin mi gidecekse madde madde mi gitsin toptan mı oylansın tartışmaları ile meşgul olunuyor. Elbette bu tartışmalarda yararlı olabilir ama bugünkü sorun bunlar değildir. Kurumaların yetkilerinin giderek karışması, birbirlerinin alanına girer duruma gelinmesidir. Bu arada da siyasi ve ideolojik yaklaşımlar belirleyici olmaya başlayınca sanıyorum rejimi korumak adına bir azınlık baskısı gündeme geliyor. Bu noktada artık şekli şartların değil işin özünün tartışılması ve gerçekten demokrasiden yana olanların parti çıkarlarını bir kenara bırakmaları gerekiyor. Bu yapılamadığı sürece yol almak mümkün olmayacak, işin özü kaybolup gidecektir