Tarih denen o yüksek, o büyük, o geniş dağın zirvesinde 4 pınar kaynar. Bu pınarların birincisinden kan, ikincisinden nefret, üçüncüsünden düşmanlık dördüncüsünden ise İbret ve hikmet suları akar. Akıllı milletler, gelişmiş toplumlar, erdemli kişiler ise ilk üç pınarı pas geçerek sadece dördüncü pınardan su içerler. Beyinlerini, kalplerini, sadece bu pınarın berrak, temiz, helal suları ile doyururlar. Geri kalmış, irfandan ve uygarlıktan uzak toplumlar ve kişiler nefret pınarından içerler. Dinleri kinleri olmuş milletler ve aileler, nefretleri tüm benliklerini örtmüş toplumlar ve cemaatler susuzluklarını Kin pınarının suları ile kandırırlar. İntikam duyguları tüm güzel huylarını dumura uğratmış halklar, sosyal sınıflar, etnik ve dini grupların gözü intikam pınarından başkasını görmez hale gelir. Böylece zehirlenen beyinler, kirlenen kalpler normal düşünemez, normal muhakeme yapamaz hale gelir. Hep geçmişe takılıp kalan bu tür milletler, kişiler, aileler, topluluklar ne kendilerine bir fayda sağlarlar ne de topluma. Başları sanki geriye döndürülüp sabitlenmiş kişiler ve milletler, mecburen sürekli geriye baktıklarından biteviye maziyi yaşarlar. Bunların ileriye dair ne bir öngörüleri ne de bir hedefleri vardır. Böyle bir hedefleri olmadığı gibi, gözleri sadece mazide yaşanan savaşları, haksızlıkları, acıları, kanları gördüğünden ümitsizdirler, karamsardırlar, kavgacıdırlar...
Bu görüşlerimizi açıklamak için birkaç misal verelim: İran kültürüne dikkatle bakın! İran da yaşayan kardeşlerin bakışları hep mazidedir. Gözleri sürekli geçmişe bakar. “Kerbela” derler, “Ali” (ra)derler, “Hüseyin”(ra) derler, “Ehli Beyt” derler, "Muaviye" derler, "Yezid" derler ve sürekli ağlarlar, bolca yas tutarlar, sırtlarını zincirlerle döverler. Bu etkinlikler onların benliklerinin kin ve nefret duyguları ile dolmasına neden oluyor. Bu nedenledir ki İran’ın tarihine bakın küfürle fazla bir mücadeleye rastlayamazsınız. İran da kurulan devletlerin savaşları daha çok Müslüman ve Sünni devletler iledir. Adeta “Mezhepleri dinleri” olduğundan, gözleri sürekli maziye ( Kerbelaya, Sıffine, Cemele) baktığından İslam dünyasında hiçbir zaman lider olmadılar ve olamayacaklardır da. Çünkü kalpleri ve beyinleri tarihin dördüncü pınarına varmadan doyuyor.
Halbu ki bu dinin kitabı olan Kuran, bu kitabın uygulayıcısı Peygamberimiz(sav) hep affedici hep bağışlayıcı olmuştur. Sevgili amcası yiğit Hamza’yı şehit eden Vahşi’yi, onun ciğerini dişleyen, Hind’i, kendisinin dişini kıran, üzerine deve işkembesi döken, üç yıl ambargoyla aç bırakan, kızının ölümüne sebep olan, arkadaşlarını işkence ile öldüren… İnsanları hep affetmiştir. Tıpkı Yusuf’un (as) kendisini kuyuya atan kardeşlerini affettiği gibi, Peygamberimiz de Mekke’nin Fethinde müşrikleri affetmiştir. Bu din, 99 kişiyi öldüren katili de affetmiştir, en büyük günahı işleyen bir kadını da. (Çölde susuz kalan bir köpeğe su verdiği için) Kuran’ın tarih anlayışı maziye takılıp kalmak değildir. İslam dininin tarih anlayışını, “Gezin, görün, ibret alın!” sözleri özetler.
Batılılar 1.Dünya savaşında 10 milyona yakın insan kaybettiler. Milyarlarca dolar para yitirdiler. Şehirleri yıkıldı, ülkeleri harap oldu. Ama tarih dağındaki ilk üç pınardan içmeye devam ettikleri için, 4. Pınara varamadıklarından dolayı 2. Dünya Savaşına tutuştular. Hırsları, kinleri, nefretleri o kadar büyüdü ki bu sefer 50 milyona yakın insan, hesaplanamayacak kadar da para yitirdiler. Bu büyük kayıptan sonradır ki dördüncü pınardan su içerek barışı huzuru yakaladılar ve AB yi kurdular.
2011 yılında, Türkiye de yaşayan bizler, (Sunniler, aleviler, Türkler, Kürtler, azınlıklar, çoğunluklar, sağcılar, solcular, laikler, dindarlar, Kemalistler, liberaller, zenginler, fakirler…) Tarih dağının zirvesinin çok yüksek olduğunu, ona tırmanırken çok yorulup susayacağımızı iyi bilelim. Bu gerçeği kafamıza iyi yerleştirelim. Bu nedenle de Tarih Dağına tırmandığımızda ne yapıp edip ilk üç pınardan su içmeden geçmeyi başaralım. İslam Tarihini de okuyalım Osmanlı tarihini de. Selçuklu Tarihini de okuyalım, Cumhuriyet tarihini de. Bediri, Uhudu, Çaldıranı, Mercidabıkı,Malzgirti, Mohaçı, Sakaryayı da bilelim bu savaşlardan sonraki antlaşmaları da. Tarihi sadece kan ve nefret üreten bir menbağ olarak görmeyelim, onun bağrında yetişmiş birçok güzelliğin de farkına varalım. Tarihi okuyalım, geçmişimizi bilelim; yalnız bu geçmişten sadece ibret çıkaralım düşmanlık değil.
Kara Koyun hikâyesindeki çobanın başardığı ( O hikâye de ağanın kızını almak isteyen çobana ağa bir şart koşuyordu; “Koyunları üç gün tuzla besleyeceğiz. Ondan sonra sen sürüyü dereden su içmeden geçireceksin. Bunu başarırsan kız senin” der. Sürüyü yıllardır kavalı ile kendine bağlayan çoban susuzluktan yanan sürüyü kavalının etkili sesi ile dereden su içmeden geçirir ve sevdiğine kavuşur) imtihanı bizlerde başarabiliriz.