Elbette herkes şiddetin dilinden uzaklaşmalı.
Herkes bu konuda hem fikir…
Birileri sürekli ‘uzlaşma’, ‘sağduyu’ derken neden tek taraflı çağrıda bulunuyor?
Bence asıl mesele bu…
Çünkü herkesin beklentisi iktidardan…
Muhalefet hiç gündeme getirilmiyor.
Aslında iktidara yani Başbakan Erdoğan’a çağrıda bulunanların derdi çok başka.
Samimi değiller!
Onlar Başbakan Erdoğan’ı dil konusunda dikkatli davranmaya davet ederken, aslında “geri adım at” demeye getiriyorlar. Siyasetin tüm aktörlerine değil de ısrarla Başbakan Erdoğan’a seslenmelerinin nedeni bu…
Şimdi kendimizi Başbakan Erdoğan’ın yerine koyalım ve 3- 5 dakika düşünelim…
Tabi önce yaşananlara bakalım…
· Oslo süreci sabote edildi. Sabote edenler her fırsatta tersten propaganda yaparak Çözüm Sürecini hedef aldı. 100 yıllık sorunu Selahaddin Eyyubi yöntemiyle çözmeye çalışan Başbakan Erdoğan ‘hain’ ilan edildi.
· Muhalefet partileri devreye sokuldu, hükümet çözüm üretirken sorun üreten bir parti gibi gösterildi.
· Ulusal güvenlik krizi meydana getirildi, kurumlar arası çatışma planlandı, 7 Şubat ile açıktan darbe girişimi denendi. MİT üzerinden siyaset dizayn edilmeye çalışıldı, zayıflattığı derin devletin yerine geçmek isteyenler iktidarı kuşatmak istedi. Muhalefet kirli oyunu görmesine karşın yine hükümeti hedef alan açıklamalara imza attı, uluslararası şebekenin oyun planına dâhil oldu.
· Uludere/Roboski yaşandı. Eş zamanlı dezenformasyon, bilgi karartma ve derin şebekelerle işbirliği sonucunda önce MİT ardından yine Başbakan Erdoğan hedefe kondu. Muhalefet partileri maalesef derin kurgunun içinde yer aldı. Çözüm sürecinin üzerine yağdırılan bombalara sahip çıkan vicdansız yürekler ise krizin derinleşmesine yol açtı. Yaklaşık 30 yıldan bu yana akan kanın son bulması için çaba sarf edenler, katil ilan edildi. Devlet ile barıştırmak zorunda olduğumuz halk ile yeni bir kan davası başlatılmak istendi.
· Reyhanlı’da çifte saldırı gerçekleşti. İstihbarat zafiyeti yine gündeme geldi. Ciddi bir zafiyet olduğu da acı bir gerçekti. Geçmişten ders alınmamıştı. Dersine iyi çalışmayan hükümet ve devlet bir kez daha hedef tahtasına konuldu. Karşısındaki derin yapıyı küçümseyen hükümet ve devlet derin bir operasyonla sarsıldı. İçeriden destekli, el muhaberat planı işlemeye başladı. Türkiye’yi yasa boğan hain saldırı muhalefet tarafından iktidara ihale edilmek istendi. Muhalefete medya desteği sağlandı, acılar üzerinden rant elde edilmeye çalışıldı.
· Derin şebeke boş durmadı. Hükümet ise ciddi tedbirler almadı. Devlet ise başına örülmek istenen çoraba AK Parti karşıtlığından ses çıkartmadı. Kriz derinleşmeden inisiyatif alınıp kararlı adımlar atılmayınca, Gezi planı devreye sokuldu. Ne kadar Çözüm Karşıtı varsa Gezi kalkışmasına bulaştı. Bir çevre eylemi olarak başlayıp hükümet karşıtlığına evrilen, Türkiye'nin bir çok bölgesinde yapılan protestolarla darbe çığırtkanlığına dönen Gezi kalkışmasını muhalefet yine sandıksız iktidar arayışına döndürdü.
· Tetikçi medyanın temsilcileri günü birlik Başbakan Erdoğan’ı aşağılamak için hemen her sıfatı kullanmayı kendisine görev saydı.
· Söz konusu tetikçi medyanın organizatörleri sosyal medya aracılığıyla neredeyse dakika da bir hükümet ve Ak Parti seçmenini hedef aldı, ağza biber sürülmeyi gerektirecek küfürleri sarf etti.
· Bürokratik imtiyazlara sığınarak, uluslar arası şebekelerden beslenenlerin yeni hedefi siyaseti kirletmek oldu. Düğmeye basıldı, 17 Aralık. Bürokratik darbe girişimi… CIA ve Mossad güdümlü sitelerden servis edilen belgeler, dinlemeler, montajlar devreye sokuldu. Kibir ve nefret tavan yaptı. Kayıt dışı siyaset türedi. İftiralar, yalanlar ve şantajlarla sandık dizayn edilmek istendi. Kiralık ajanlarla sosyal medyada yürütülen çirkin mücadeleyle toplum mühendisliği yapıldı. Ve muhalefet bu kirli süreçten bile iktidar çıkartmaya çalıştı.
· Devletin kriptolu tüm özel bilgileri yabancı servislere teslim edilirken, muhalefet üç maymunu oynadı. Ulusal güvenlik meselelerinin konuşulduğu toplantılar deşifre olurken, muhalefet alkış tuttu, ihanet şebekesinin MİT tırlarına yaptığı operasyonlara bile sahip çıkıldı.
· Düne kadar dinlemelere tepki gösteren muhalefet, “Selam Örgütü” kisvesiyle siyasetçi, polis, mitçi, asker, gazeteci, savcı, hakim ve yüz binlerce kişinin karanlık yapı tarafından illegal bir şekilde teknik takibe alınmasına tek kelime etmedi. Varsa yoksa hükümet varsa yoksa Başbakan Erdoğan’a ağır hakaretler etmeyi metot olarak belirledi.
Şimdi düşünelim ve hakkımız olan soruları dillendirelim…
*Tüm bu yaşananlara rağmen muhalefetten özeleştiri gelmeyecek mi?
*Siyasetin abisi Erdoğan ses düzeyini bunca yaşanana rağmen ‘evet’ kontrol etsin de peki muhalefet partilerinin temsilcileri ne yapsın?
*Eleştiri muhalefetin kültüründe varda öz eleştiri yok mu?
*Muhalefetten vicdani bir değerlendirme beklemek toplumun hakkı değil mi?
Bu hakkı dillendirecek olan en başta gazeteciler olmalıydı. Ama maalesef olmadı. Otokontrol yine devrede yok. Aksine birçoğu kısa devre olmuş durumda.
Ağır bir travma hali. Oysa travmayla başa çıkmanın yolu belli. Geride kaldı artık Yerel Seçimler. Sandığın altında kaldığınızı düşünseniz de bu millet affetmeyi sever. Yüzünüzü milletin gerçeğine dönmeniz yeterli. Milletin iradesine sahip çıkarak kendinizi resetleyebilirsiniz. Tarayıcılarınıza bulaşan virüsleri milletle birlikte hareket ederek temizlemek mümkün…
Tabi ele geçirilen tarayıcıları geri yüklemek de çok zor değil. En önemlisi de sistem çökmeden, vakit varken casus yazılımlardan kurtulun. Güncellenin!
Tekrar hatırlatalım; Millet iktidar eleştirilmesin demiyor. Aksine kendisine mikrofon uzatılmasını bekliyor. Yıllardır ertelenen, ötelenen sorunlarını dillendirmek için ortak bir akıl bekliyor. Ve millet sorun alanlarının belirlenip, öneriler geliştirilmesini arzu ediyor.
Unutulmamalı ki ana sorunumuz ortak akılsızlık…