Ben terörün en azgın olduğu 1994 yılında Diyarbakır'ın ücra bir köşesinde, Devegeçidi'nde askerlik yaptım.
Terhis olup Devegeçidi'nden Diyarbakır havaalanına konvoy eşliğinde giderken üç arkadaşımın kalaşnikofla pusuya düşürüldüğü o yıllar "acayip pis yıllardı".
Kışlamızda o üç arkadaşımın cenaze namazını kılarken naaşlarının "saltanatına" tanık olmak ne acayip bir duyguydu.
Çünkü o arkadaşlarımın "bir namazlık saltanatı vardı, taht misali o musalla taşında.."
Bir gün sonra da ben terhis olacaktım; olacaktım ama arkadaşlarımın şehit düştüğü o güzergahtan geçmek zorunda olduğumuz için endişeli ve tedirgindik.
Yolda giderken konvoyumuzun başında bulunan uzman çavuşa "Arkadaşlarımızın vurulduğu yer neresi?" diye sormuştum, ama sorduğuma pişman olmuştum, çünkü gösterdiği yer beşyüz metre ilerde idi.
İşte o korku var ya o korku, o korku hiçbir şeye benzemiyordu.
Çünkü bir gün önce anneme telefonda bizim İspir'de "herise" ismiyle anılan yemeği yapmasını söylemiştim.
Siz hiç 1250 km uzaktan annenizin yaptığı yemeğin kokusu ile annenizin kokusunun "aynı anda ve aynı hızla" burnunuza doğru geldiğini hissettiniz mi?
Ben hissettim; "korku ile koku" arasındaki o "mecz" halini iliklerime kadar hissetim.
Evet, ben bunları yazarken "boşuna" yazmadım; çünkü "çok doluyum"!
Özellikle son zamanlarda bazı gazetelerde yazılanları okuduğumda ve bazı televizyonlarda gösterilenleri izlediğimde canımın acayip sıkıldığını hissetmeye başladım.
Hani, "Efendim 90'lı yılların başından ortasına kadar o kadar askeri önlem alındı ama bakın terör hâlâ bitmedi.." diye hep söylenir, yazılır, çizilir ya..
Açık söylüyorum, bu sözü sarf edenler ya güneydoğuyu bilmiyor ya terör denilen o vahşeti kavrayamıyor ya kafası çalışmıyor ya da PKK'ya muhabbet besliyordur.
O mücadele verilmemiş olsaydı, inanıyorum ki Tayyip Erdoğan 2003 Mart'ında başbakanlık makamına oturamayacaktı(!)
Oturamayacaktı, çünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırları dahilinde Siirt diye bir vilayetimiz olmayacaktı.
Olmadığı için de Fadıl Akgündüz Siirt'ten aday olamayacak, dolayısıyla "yeri boşalan", boşaldığı için de aday olunabilecek bir yer olmayacaktı!
(Şimdi zekası dip yapmış bazıları çıkıp belki de şunu diyecektir: Bu ülke keşke bölünseydi de Erdoğan başbakan olamasaydı!)
Evet ne diyordum, "Çok doluyum" diyordum..
Doluyum, çünkü şu PKK terörü denilen vahşet karşısında bizim medya organlarından bazılarında iş öylesine şirazesinden çıktı ki, artık büyük bazı kanalların ana haber bültenlerini izleyemiyorum, baktım ki izleyemiyorum artık izlemiyorum.
Hele hele Uğur Dündarlı-Yılmaz Özdilli Star Ana Haber'e tahammül edemiyorum.
Hayır, ne Uğur Dündar ne de Yılmaz Özdil'in vatanseverliğini tartışırım.
Çünkü bu köşenin birilerinin vatanseverliğinin test edildiği bir laboratuar olmadığını bilincindeyim.
Arka fonda Tarantino'nun bir gerilim sahnesinden aşırılmış müzik eşliğinde "Flaş.. Flaş.. İşte Doğu ve Güneydoğu'daki savaş alanı.." diyerek görüntüleri tekrar tekrar vermek PKK terörünü "ibra" etmek değilse bile "faaliyet raporunun" tasdiki demek değil midir?
Bu tür yayınlara imza atanlar elbette PKK'ya taraftar değiller ama reytingden ikbal ve rant devşirmek için kamerayı benzin bidonu, mikrofonu ise çakmak olarak kullanmak mı gerekiyor?
Televizyonlardaki yayınlar işin bir boyutu, diğer boyutu ise bazı köşe yazarlarının beni kahreden tutumunun şaha kalkıyor oluşudur.
Alın Taraf gazetesini..
Alper Görmüş gibi bir isim bile dün öyle bir yazı yazmış ki, yazının hem içeriğinde tutarsızlık var hem de kurduğu hüküm cümlesinde..
Yazısının başlığına "Olgunlaşmış bir iddia olarak PKK-Ergenekon bağlantısı" cümlesini koymuş.
Yazının içinde ise diyor ki: "bunlar kuvvetli karineler teşkil eden 'tesadüf'lerdir"
Görmüş gibi hakikaten dile hakim olan bir kalem hem "olgunlaşmış" hem de "karine" kelimesini yan yana nasıl koyabilir?
Eğer ortada bir karine varsa bu henüz olgunlaşmamış demektir; yok şayet bir şey olgunlaşmışsa ortada karine değil "kesinlik" var demektir.
Siz kalkıp, soruşturulmasına benim de çok önem verdiğim ama henüz "iddia" aşamasında olan bir davadaki sanıkları "PKK ile işbirliği" içerisinde gösterir iseniz, müsaade edin ama bu hem ahlaken hem de hukuken birilerini gazete köşesinden mahkum etmek demektir.
Aynı yanlış tespiti, hatta tespit ne demek ithamı aynı gazeteden yine çok değer verdiğim bir kalem olan Gökhan Özgün'de de görüyoruz.
Özgün, hem de hiç de nazik olmayan bir üslupla dünkü yazısında diyor ki: "Ahmet Türk'e 'PKK'ya terörist de' diyenler var. Oysa T.C. devleti de bir teröristtir. Sen de bunu desene Başbakan?"
Muhakkak ki hem genelde Türkiye Cumhuriyeti'nin hem de özelde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bazı antidemokratik uygulamaları olmuştur ve olmaktadır.
Ama tüm bunları genelde Türkiye Cumhuriyeti devletinin ve özelde TSK'nın terörist olduğuna kanıt olarak sunmak en hafif deyimiyle "aymazlıktır".
O yüzden PKK'ya vurmak için yayın yapan Star gibi kanallar ile PKK'nın değil de Kürtlerin yok varsayılan bazı haklarının yanında haklı olarak yer alan Taraf gazetesindeki bazı yazılar ne yazık ki "aynı sorumsuzluğun" tezahüründen başka bir şey değildir.
Elbette ikide bir Ahmet Türk ve arkadaşlarına "PKK'nın terörist olduğunu söyle.." denmesi lüzumsuz bir girişimdir.
Zira "Apo bizim önderimizdir" diyen DTP'lilerin PKK'ya terörist demesini beklemek, Hüseyin Üzmez'in o sırıtan eşinden "Eşim sübyancıdır" demesini beklemeye benziyor!