Suriye…
Yeni yüzyılın başında dünya emperyal paylaşımının en kritik noktası.
Ortadoğu’da yakılmak istenen boğucu ateşin göğe yükseldiği, istihbarat savaşlarının yeni bir merhale kaydettiği kanla yıkanmış toprak parçası.
Yeni bir dünya savaşının prototipinin test edildiği, sinir uçlarının sınandığı, siyasi reflekslerin legal ve illegal yollardan manipüle edildiği kara coğrafya.
Sykes Picote’da yarım kalmış 100 yıllık vahşi mücadelenin meşalesinin tekrar yakıldığı yer.
İngiltere’nin kanlı yüzünü temsil eden kolonisi ABD’nin her yıl 500 milyar dolarlık devasa cari açığını kapatması için kan kusturmaya mecbur olduğu Ortadoğu ülkesi
İngiltere - Fransa paylaşımının güncellenmesi gereken salınım noktası.
Osmanlı’nın yok sayıldığı yerde 100 yıl sonra güçlenen, 100 yıllık Lozan boyunduruğunu boynundan atıp ayaklara sermek isteyen Türkiye’nin tekrar var olmaya yüz tuttuğu yer.
Küllenmiş bir medeniyetin tekrar aslına rücu edeceğine and içildiği, Şam şeytananına ve arkasındaki tüm küresel güçlere meydan okuyan Çeçen yiğitlerinin, Filistinli mücahitlerin, Türkmen beylerinin, Arap erlerinin ve dünyanın dört bir yanından gelmiş tarihi tekerrür ettirme ülküsüyle yanan dünya müslümanlarının ulvi dava için naralar kopardığı meydan.
Ne ABD uçaklarının püskürtebildiği, ne Rus füzelerinin toprak altına alabildiği ne de binlerce yetenekli istihbarat ajanın akamete uğratabildiği bir ordunun geceye zafer fişekleri çaktığı, tarihe not düştüğü sahra.
Cesaretini ve dinamizmini Türkiye’den alan ve yedi düvele meydan okuyan, her coğrafyadan müslümanlardan teşekkül etmiş bölücü küresel simsarları aptala çeviren efektif güce haiz ordunun karargahı olan Suriye...
İşte böyle bir coğrafyada dünyaya şekil vermeye çalışanların planlarını bozmayı gerektiren; Ortadoğuda İran’a açılan alanları altüst etmeyi, Şia tehlikesinin önünü almayı, IŞİD, PYD, PKK gibi İngiliz hesabına çalışan örgütleri çökertmenin ilke edinilmesi gereken bir dönemdeyiz. Bu tehlikelerin bertaraf edilmesi şüphesiz Türkiye’nin ayakları üzerinde durmasına; içeriye, koalisyonlara odaklanmış siyasetini tekrar güçlü bir hükümetle dışarı odaklayarak yol almasına bağlıdır.
Tıpkı Yavuz Sultan Selim’in geçilmez denen Sina Çölü’nü yıpranmış ve bitkin düşmüş ordusuyla 13 gün gibi kısa sürede geçmesi gibidir bataklık denilen Suriye’de askeri müdahale de dahil tüm girişimleri masada bulunduran Türkiye’nin başarısı. Çünkü yüzyıl önce sahip olduğun topraklarda 100 yıl sonra gafil ve pısırık bir siyasetten elde edilemez zafer. Suriye’yi Batı’nın kaderi perspektifinde bırakamaz yüzyıllarca o bölgeye hamilik yapmış olan koca devlet.
Bu misyonun gereğini yerine getirmek şüphesiz dikenli yollardan gitmek demektir. Anglosakson aklıyla baş edebilmek çaresizliklerden çare üretmeyi, buzdağının görünmeyen kısmına meydan okumayı gerektirir. Gezi’den beri silsile halinde başlatılan olayların ve 17-25 Aralık dahil tüm terör mahfilli süreçlerin 7 Haziran’da ülkeyi akamete uğratması birilerinde Suriye’ye daha yoğun müdahale içine girme cesaretini daha da tetikledi. Bu fetret devrinin müsebbiplerine hesap sormak ve ülkenin istikrar ve gücünün devamına ön ayak olmak için:
Tarihi misyonunu Suriye’de layığıyla yerine getiren ve Sykes Picot cephesine 100 yıl sonra Suriye’de, Ortadoğu’da ben de varım diyen Türkiye’nin hedef ve projelerine milletçe destek vermenin, birlik beraberlik içinde adım atmanın gururunu yaşayalım.
Bu ülkü devam etmeli, ilerlemeli, güç kazanmalı.
Yüzyıl önce ameliyata uğrayan İslam alemi bir daha kesinlikle Anglosaksan ve işbirlikçilerinin müdahalesine maruz bırakılmamalı.
Sadece ülken için değil, sindirilmiş ve yok sayılmış tüm insanlığın davası için
Erdoğan'ın başlattığı değişim rüzgarını onlar istemeseler de devam ettirmek için.
Haydi Türkiye…