Suriye’de olayların tırmanmaya başladığı günlerde kaleme aldığım bir yazıda bir devrimin gerçekleşebilmesi için içerden gelen baskıya paralel olarak dışarıdan da güçlü bir baskı gelmesi gerektiğini söylemiş ve dışarıdan ciddi bir baskı gelmezse içerdeki baskının kanlı bir şekilde bastırılacağını vurgulamıştım. Yine aynı yazıda Türkiye’nin dışarıdan gelebilecek güçlü baskıları özelliklede askeri seçeneklerin konuşulduğu senaryoları frenlediğini dile getirmiştim.
Nitekim Türkiye’nin pasifize ettiği dış baskıyı yeterince üzerinde hissetmeyen Esat yönetimi içerdeki baskıyı kanla bastırma yolunu seçti. Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen operasyonlarda binlerce Suriyeli öldürüldü. Hatta Esat yönetimi yaptığı açıklamalarla operasyonların sertleşerek süreceğinin sinyallerini verdi.
Yine aynı yazıda Mısır devriminin sembolünün ‘Tahrir Meydanı’ olduğunu, Tahrir meydanına hâkim olanın psikolojik üstünlüğü elinde bulundurduğunu dile getirmiş ve Suriye’de henüz Tahrir gibi bir psikolojik sembolden yoksun olduğunu ifade etmiştim.
Suriye tarihine baktığımızda Hama kenti Suriye tarihinde çok önemli bir yer tutar. Çünkü bu kent Baas rejimine karşı gösterilen muhalefetinin en güçlü olduğu kenttir. Bunun yanı sıra 1982 yılında on birlerce insanın katledildiği bir yerdir.
Yani Hama, Suriye için psikolojik bir eşiktir.
Suriye ordusu Hama’ya girip yüzlerce insanı katletmekle bu psikolojik eşiği aşmıştır.
Nitekim Hama operasyonu öncesi çok daha mutedil yaklaşımlar sergileyen Türkiye, psikolojik eşiğin aşıldığı Hama’ya yapılan operasyonlar sonrası çok daha sert tepki göstermiş, bu tepkiler bizzat Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından başkanlık sarayında Esat’a iletilmişti. Dünya kamuoyu da bu operasyon sonrası askeri seçenekler dâhil her türlü senaryoyu konuşmaya başladı.
Gelinen noktada dışarıdan gelen baskıları bir yönüyle dizginleyen Türkiye konuyu BM dâhil uluslar arası platformlarda ele almaya başlayacaktır. Türkiye’nin dizginlediği dış baskı ve Hama operasyonu sonrası aşılan psikolojik eşik Baas rejimi üzerindeki baskıları çok daha artıracaktır.
Suriye’deki durumun diplomatik yollardan çözümü için Türkiye büyük çaba sarf ederken, Amerika Birleşik Devletleri, Irak, Afganistan ve Libya gibi Suriye’nin üstüne üşüşmenin bahanelerini aramakta. Askeri harekâta karşı NATO nezninde Türkiye’nin çabaları, BM güvenlik konseyinde Rusya ve Çin’in muhalefeti şimdilik Amerika birleşik Devletlerini dizginlerken Esat ve rejiminin tavırları ABD müdahelesine davetiye çıkarır nitelik arz etmektedir. Baas rejiminin bu tutumu devam ettiği müddetçe rejim ya Iraktaki gibi bir ABD müdahalesiyle yada mısırdaki gibi halk ayaklanması ile son bulacaktır.
Tüm bu senaryoların gerçekleşmemesi ve Suriye’nin yeni bir ırak yeni bir Afganistan olmaması için Türkiye’nin gösterdiği çabalara ek olarak İslam Konferansı ve Arap Birliği de devreye girmelidir. Suriye’ye uygulanacak dış baskı ABD ve müttefikleri eli ile değil de, İslam konferansı ve Arap birliği eli ile oluşturulursa süreç hem psikolojik restleşmelerin yaratacağı tıkanıkları yaşamaz hem de ABD antipatisi propagandasıyla Suriye rejimi etrafında oluşabilecek kenetlenmeyi ortadan kaldırır.
Fakat Bu noktada ortada ciddi bir sıkıntı var. Çünkü Arap birliğini yönetenler bırakın Suriye’deki rejime karşı baskı oluşturmayı, henüz Suriye’de yaşanan olaylara eleştiri dahi yöneltmemektedirler. Bunun yanı sıra Arap Birliğinin hem kendi dünyasında hemde küresel düzlemde ciddi bir özne ol(a)mama gibi nötr bir yapısı var. İslam Konferansı örgütündeki Arap birliğinden daha pozitif olsa da Arap devletlerin bu konferansa üye oldukları unutulmamalıdır.
Bu aşamadan sonra Türkiye’nin Suriye konusunda yapabileceği hamleler çok daha sınırlı. Zaten Davutoğlu, “Operasyonlar durmasa konuşacak bi şeyde yok demektir” mealinde açıklamalar yaptı. Yani Türkiye kullanabileceği hemen her parametreyi kullandı.
Bundan sonraki aşamadaki Türkiye, Suriye’nin yeni bir Irak olmasını istemiyorsa kendi çabalarına ek olarak İslam konferansı örgütü ve tüm olumsuzluklara rağmen Arap birliğini de içine alan yeni bir diplomatik süreç başlatmalıdır. Söylediğim nedenlerden dolayı Arap birliği ve İslam konferansı Suriye’deki mevcut durum üzerinde ne kadar etkili olur bu tartışılır ama diplomatik çözüm noktasında yelpazenin genişlemesi ve dış baskının çeşitlenmesi noktasında Türkiye’ye ek olarak İslam Konferansı ve Arap Birliği önemli bir diplomatik açılım olacaktır.
Bir eğitim gönüllüsü daha canavara kurban gitti
Hayatını eğitime adayan, vaktinin büyük bir kısmını eğitim faaliyetleri ile geçiren, genç dimağlara sevgiyi, barışı ve kardeşliği aşılamayı kendine şiar edinmiş şirin ilçemiz Narman’ın Hakan hocası, Hakan Turan hayatının en verimli çağı olan yirmi sekiz yaşında Gümüşhane’de geçirdiği elim bir kaza sonucu rızasını kazanmak için çalışıp didindiği hakkın rahmetine kavuştu.
Bizleri büyük bir hüzne boğan Hakan kardeşimize Rahimi Rahmandan gani gani rahmet kederli ailesine baş sağlığı ve sabrı cemil niyaz ederim.
Yarıda bıraktığın bayrak, sevgi, barış ve kardeşliği aşıladığın genç dimağlar tarafından kaldığı noktadan geleceğe taşınacaktır.
Aytekin ATASOYU