Suriye’de Cephe denilince öncelikli olarak Nusra akla gelir. Fakat Nusra’nın ismi son dönemde ABD ve BM’nin terör listesine eklenmesi, ÖSO-PYD ve Nusra arasında yaşanan çatışma ve mücadeleyle öne çıkmaya başlamıştır. Dolayısıyla Suriye’deki savaş derinleşip, çok taraflı bir hal aldıkça, Nusra’nın da daha fazla öne çıkmaya başladığı dikkat çekmektedir.
Bu bağlamda Suriye’deki Nusra Örgütünün bir analizini yapmak oldukça önemli hale gelmiştir. Doğal olarak Nusra’yı anlayabilmek için de El Kaide örgütüne girmek gerekir. El-Kaide ideolojisinin temelleri Afganistan’da Sovyetlere karşı verilen mücahit savaşıyla atılmıştır. Her ne kadar ideolojik ve felsefik olarak İslamın ilk yıllarına geri gidilecek kadar köklü bir geri plana sahip olunsa da, bir örgüt olarak El Kaide’nin varlığı ve filizlendiği iklimin Afganistan olduğu bilinmektedir. Filistin kökenli Şeyh Abdullah El Azam ve arkadaşları tarafından Afganistan’da kurulan örgüt, Şeyh Azam’ın öldürülmesinin ardından liderliğe gelen Usama bin Ladin ile daha fazla özdeşleştirilmiştir. Ancak, Azam’ın öldürülmesi ile birlikte Örgüt içinde de bazı bölünmeler yaşanmıştır. Söz konusu bölünmeleri sınıflandıracak olursak temelde 3 yapının ortaya çıktığı ifade edilmektedir.
1) Usama bin ladin grubu: Bu grup Ladin liderliğinde Afganistan’da kalmış ve Ruslara karşı Suudi Arabistan, Katar ve ABD desteğiyle büyük bir mücadele vermiştir. Amerikan işgaline de karşı savaşan güçler, Taliban’la da işbirliği içinde olmuştur.
2) Zerkavi ve Irak grubu: 2003 tarihinde Irak’ın işgali ile birlikte el Kaide’nin Irak yapılanmasının lideri olarak öne çıkan Zerkavi grubunun İran istihbaratının desteği ile ABD güçlerine karşı eylemlerde bulunmadığı ileri sürülmüştür. Zerkavi grubunun İran’la sınırlı düzeyde işbirliği yaptığını öne süren kesimlere göre bu durum el Kaide’nin bir kolunun İran’ın yönlendirmelerine açık hale gelmesine yol açmıştır. Ancak İran ile Zevahiri grubu arasında organik bir bağlantının olduğuna dair açık delillerin olmadığını belirtmek gerekir. Dolayıyla iki aktör arasındaki ilişkinin yalnızca Amerikan karşıtlığıyla oluşmuş olması da mümkündür. Tabi, Ladin’in ev halkının İran’da bulunması da sınırlı bir ilişkinin olduğuna dair iddiaların tartışmaya açık olduğunu göstermektedir.
3) Mahmut Gül Agasi grubu: Agasi bir grup olmaktan öte Suriye’de vermiş olduğu hutbelerle öne çıkmıştı. Suriye savaşından önce cami imamı hitabeti ve cesaretli hutbeleriyle Suriye halkının desteğini arkasına alan Agasi, Esad ve Baas rejimini eleştirmesine rağmen ciddi bir baskıyla karşılaşmamıştı. Türkmen asılı ve aslen Halepli olan Mahmut Gül Agasi ABD’nin Irak işgaline tepki olarak destekçileri ile birlikte Irak’a geçmiş ve doğrudan Amerikan güçlerine karşı silahlı eylemlerde bulunmuştu. Agasi’nin Irak içerisindeki askeri faaliyetlerinin lojistik ve koordinasyonun da ise Suriye Muhaberatının önemli isimlerinden Bessam Bahtiyar olduğu ifade edilmektedir.
Bu bağlamda ABD’nin Irak’tan çekilmesi gündeme gelince İran’ın da araya girmesiyle Suriye rejimi Agasi grubuna verdiği desteği çekmiştir. Ancak, Cihatçıların Suriye’de kalmasını kendisine tehdit olarak algılayan Esad rejimi ya bunlara karşı bir tutuklama kampanyası başlatmış ya da doğrudan ülke dışında çıkmaları konusunda grubu farklı şekillerde baskı uygulamıştır. Nitekim Suriye’de 2011 Martında başlayan eylemlerin ardından ilan edilen aflarla birlikte tutuklu bulunan Cihadçıların da serbest bırakıldığını belirtmek gerekir.
Öte yandan Cihadçı grupların serbest bırakılmasıyla aynı dönemlerde başlayan silahlı eylemler söz konusu grupların Suriye içerisinde yeniden yapılanmalarına zemin hazırlamıştır. Abu Muhammed el Colani liderliğinde Esad’a karşı örgütlenmeye başlayan Cihatçı grupların düzenlediği eylemler kısa sürede örgütün ve Colani’nin daha fazla öne çıkmasına yol açmıştır. Ancak, diğer yandan eski Suriyeli Cihatçıların Baas rejiminin istihbarat birimleriyle ilişkileri halen dahi sorgulanmaktadır. Özellikle savaşın başlamasının ardından Suriye Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı olan Ali Memlük’ün örgütle ilişkisini sürdürdüğü ileri sürülmektedir. Söz konusu ilişkinin, Baas rejiminin Suriye’deki muhalefeti el Kaideleştirmeye yönelik adımları olarak yorumlanmıştır.
Temel tartışmaların başında Colani grubunun nasıl ve hangi güçlerin desteğiyle silahlandığı gelmektedir. Silahların nereden ve nasıl aktarıldığı konusunda farklı iddialar bulunmaktadır. Bunların bir kısmı doğrudan dışarıdan silahlandırıldıkları yönünde iken diğer iddialardan biri de Esad yönetimi tarafından silahlandırıldıkları yönündedir. Nitekim, zaman içerisinde Ebu Muhammed el-Colani liderliğinde grup kendisini Nusra Cephesi olarak adlandırmaya başlaması ile Nusra’nın Suriye’de faaliyetleri de daha yakın takibe alınmaya başlanmıştır.
Lojistik olarak bazı bölge ülkelerinden desteklenmelerine rağmen silahları nereden aldıkları konusunda halen dahi kamuoyunda net bilgilere Suriye içerisindeki gruplar üzerinden de ulaşmak oldukça güç. Suriye’de en silahlı ve güçlü örgüt olarak ismini duyuran Nusra Cephesi’nin doğrudan el-Kaide’nin Irak kolunun Lideri Ebu Bekir Bağdadi’nin 8 Nisan 2013’de yaptığı Suriye’deki Nusra Cephesi ile birleştikleri ve Irak-Şam İslam Devleti kurdukları yönündeki iddialar üzerine El Kaide yapısıyla doğrudan ilişkili oldukları ileri sürülmeye başlanmıştı. Ancak 2 gün sonra Ebu Muhammed Colani’nin Bağdadi’nin ifadelerini yalanlayarak Irak-Şam İslam Devleti adlı örgüt içerisinde yer almadıkları belirtmesi konunun anlaşılmasını zorlaştırmıştır. Her ne kadar El-Kaide lideri Eymen Zevahiri’ye bağlılıklarını ifade etmiş olsalar da El Kaide’nin Irak koluyla birlikte hareket etmediklerini öne sürmeleri oldukça önemliydi. Nitekim iki taraf arasındaki organik bağlantıların tartışıldığı günlerde El Kaide’nin Suriye’de iki ayrı gruba bölündüğü yönünde güçlü işaretler alınmaya başlanmıştı. Kısa süre içerisinde de Nusra Cephesinden ayrı olan Devletul İslamiye adlı yeni bir örgütün ismi Suriye içerisinde öne çıkmaya başlanmıştır.
Toparlayacak olursak, Nusra Cephesi’nin El Kaide ile bağları noktasında yaşanan çatışmalar örgütün fiili olarak da kendi içinde iki ayrı yapıya bölünmesine yol açmıştır.
Bu yapılanmayı şöyle tanımlamak gerekir.
- Nusra cephesi
- Devletul İslamiye Örgütü (aynı zamanda Irak ve Bilad El Şam İslam Emirliği olarak bilinmektedir)
Nusra Cephesi Colani liderliğinde El Cezire bölgesi başta olmak üzere Suriye içerisinde askeri faaliyetlerini sürdürürken Devletul İslamiye ise Bagdadi’ye yakın durarak Irak sınırına yakın bölgelerde ve Rakka’da etkisini genişletmeye yönelmiştir.
Nitekim, Irak ve Bilad El Şam İslam Emirliği’nin en güçlü olduğu bölgelerin başında Rakka gelmekte ve örgütün merkezinin de Rakka’da olduğu ifade edilmektedir. Zevahiri’nin Bagdadi’ye Suriye içerisinde Cihatçıların ittifak yapması gerekir yönünde yaptığı açıklamanın ardından kamuoyu Devletul İslamiye örgütünün adını duymaya başlamıştır. Her ne kadar Nusra ile doğrudan bir çatışmaya girilmemişse de bir çok konuda ayrı düşmektedirler. Farklılaşma yalnızca silahlı mücadele yönteminde değil aynı zamanda ibadet noktasında da öne çıkmaktadır. Örneğin, Nusra’nın denetiminde olan Camilerde yatsı namazının ezanı saat 90:15 te okunurken, Develetul İslamiye Örgütünün denetiminde olan Camilerde ise saat 9:30’da okunur. Devletul İslamiye Suriye dışından gelen yeni savaşçıların katılımlarla güçlenmeye başlarken Nusra Cephesi ise örgütle yeni ilişkiler kurmaya yönelmiştir.
Bu bağlamda Rasul-Ayn/Serekaniye’de YPG ve PYD arasında başlayan çatışmaların hemen ardından Irak ve Bilad El Şam İslam Emirliği de Nusra’nın yanında savaşa katılma kararı almıştır. Ancak,Rasul-Ayn/Serekaniye’de savaşta yenilince bu en güçlü oldukları Tel Abyad (Akçakale sınırındaki Suriye şehri) ve çevresini denetim altına almaya yöneldiler. Söz konusu bölgede Kürt gruplarıyla yaşanan şiddetli çatışmaların ardından her iki taraftan da ciddi insan kaybı yaşanırken, çatışmaların Kürt ve Araplar arasındaki ilişkiyi de oldukça olumsuz etkilediğini belirtmek gerekir. Özellikle Kürtlerin Çeçen kökenli El Kaide Emiri Ebu Musab’ı çatışmalar sırasında yakalamaları üzerine, örgütte 400’e yakın Kürt kökenli Suriyelileri tutuklamaya yönelmesi, krizin insani açıdan ne kadar derinleştiğini göstermektedir. Sonuç olarak Tel Abyad, Rasul-Ayn/Serekaniye ve Çelaxa bölgesinde farklı gruplar arasında yoğunlaşan çatışmalar, Suriye devriminin gruplar arasındaki iktidar savaşına dönüşmeye başladığına işaret etmektedir. Diğer yandan Suriye muhalefetinin temsilcisi olarak öne çıkan Özgür Suriye Ordusu ile Suriye Ulusal Koalisyonu ve Suriye Ulusal Konseyi ise Türkiye sınırı boyunca uzanan Kürt-Arap çatışmasına yönelik halen bir strateji ve politika belirleyebilmiş değildir. Bu durum sahadaki realitenin ve askeri güç durumunun, siyasi alandan ne kadar farklı olduğunu bir kez daha tüm kamuoyunun dikkatine sunmuştur. Sahadaki güç, çıkar ve kapasitenin siyaset alanında yürütülen diplomasiyle ilişkisinin olmadığını Suriye sınırına bakınca anlamamak oldukça güçtür.
Şükrü Kırboğa
Arap-Der Başkanı