Suriye’de gelinen durum; Suriye adına tarifi imkânsız acılar ile ancak tarif edilebilir. Fakat bu durumun Türkiye üzerine yakın ve uzun vadede etkilerini de sağlıklı bir şekilde tahlil etmek gerekir. Suriye’deki özgürlük mücadelesinin başından beri olayları doğru tahlil edebilmek için Suriye’deki aşiretlere vurgu yaptık ve bu konuda çeşitli raporlar hazırladık. Bu raporları da ulaşabildiğimiz ilgili kurumlara ulaştırmaya çalıştık. Fakat gelinen noktada Suriye’deki aşiretlerle ilgili ciddi bir çalışmanın yapılmadığını yeterince bilgi sahibi olmadığımızı müşahede ediyoruz.Araplarda aşiret ve kabile olgusu vazgeçilmezdir. Soy, şecere, nesep gibi kavramlar onların şan, şeref ve gurur duyacakları en önemli öğelerdir ve asla vazgeçemezler. Medeni diye adlandırdığımız 21. Yüzyılda dahi bu böyledir.Osmanlı döneminde Mısır seferi sonrası Yavuz Sultan Selim, göçebe Arap kabilelerini Fırat Nehri’nin etrafında iskan ettirerek onları yerleşik hale getirmiş ve geniş araziler vermiştir. Şam-Deyrezor ve Bağdat-Hac kervan ve ticaret yollarına her 50 Km mesafede karakollar kurdurmuş ve yerleştirdiği kabilelere buraların güvenliğini sağlatmıştır. Bu uygulama ile hem ticaret yolları güvence altına alınmış hem de aşiretler onurlandırılarak sadakatleri sağlanmıştır.Suriye’yi yerleşik alana göre dizayn eden Osmanlı, kabile ve aşiretleri fonksiyonlarına göre de tasnif etmiştir. Örneğin, Al-Cabur kabilesi, Tay gibi, Türkiye sınırına yakın olan bölgede iskan ettirilmiş, paşalık gibi rütbeler de verilerek stratejik yerlerin güvenliği sağlanmıştır. Bunun yanında Al-Muvali kabilesine tüm Suriye’deki kabilelerin üstünde bir yetki verilmiş ve hatta tüm kabilelerden sorumlu hale getirilmiştir.Fransızlar Suriye’yi işgal ederken, Osmanlıya bağlı nüfuzlu ve itibarlı kabile reisleri ile anlaşmaya çalışmış, anlaşabildiği ile yola devam etmiş, karşı çıkanları ise pasif hale getirip kendine yakın olan aileleri kabile reisleri olarak tanımış ve onları bölgede etkin hale getirmiştir.Yine Esed ailesi, oyunun büyük bölümünü aşiretler üzerinde kurgulayarak, onlara çeşitli imkanlar, imtiyazlar tanıyarak onları kendi kontrolü altında şu ana kadar tutmayı başarmıştır.Halen Suriye’de Hama, Humus, Haseke, Deyreozor, Colan, Kamışlı bölgelerinde kabile ve aşiretlerin büyük bölümü Esed’e yakın durmaktadır. Bu aşiretlerin bir kısmını “ PYD” ile birlikte çalışmaya mecbur etmiş, bir kısmını Şam’da sarayda tutarak kontrol altında tutmaya çalışmış ve bir kısmını ciddi para ve imkanlar sunarak el altında tutmayı başarmıştır.BM’in istatistiklerine göre Suriye % 60 aşiretlerden oluşmaktadır ve benim şahit olduğum ve bildiğim birçok ülke; özelikle insani yardım, belediyecilik hizmetleri, İnsan hakları adı altında El-Cezire bölgesindeki kabile ve Aşiretlerle ciddi ilişkiler geliştirmek için yoğun çaba harcamaktadır. Fakat bütün bu yapılanlar Suriye’de milyonlarla ifade edilen bazı kabileleri memnun etmemektedir, bu konudan rahatsızlıklarını her platformda dile getirmektedirler.Irak’ta Sünni kabilelerin rahatsızlığı neyse Suriye’deki kabielerde aynı rahatsızlığı dile getirmektedir. Hatta, çok önemli bir şeyi dile getirmeden geçemeyeceğim; bugünlerde gündemi sürekli meşgul eden ”İŞİD” örgütü özelikle Irak ve Suriye’de Sünni kabilelerin yaşadığı sahada eylem yapmaktadır. Bu da şunu göstermektedir ki Sünni kabilelerin sürekli kontrol altında tutulması gerektiğini birileri fark etmiş ki bu olaylar bölgede cereyan edebilmektedir.Bu kabileleri kontrol altında tutabilen her ülke bu bölgede güçlü olacaktır.
Türkiye’nin en büyük avantajları;
• Osmanlı bilincinin halen yaşıyor olması,
• Komşu olmamız
• Diğer Arap ülkelerinin bugüne kadar yaklaşımlarının hep menfaat ve çıkar
üzerinden olması.
• Türkiye’nin güçlü olması
• Suriye olayında sınırlarını açması, sağlık barınma imkânı sağlaması, giriş çıkışlarda zorluk çıkarmaması,
• Bölgede İran’ın emelline karşı durabilecek tek gücün Türkiye olması ve en önemlisi Sünni ülke olmasıdır.
Bu konunun bilincinde olan batı ülkeleri, konu ile ilgili Dubai, Suudi, BAE üzerinden birçok kez toplantılar yapmıştır. En son toplantı yaklaşık bir ay önce BAE’in de yapıldı, Esed tarafından “PYD”ye biçilen rol sona ermiştir, artık sınırlarımızın büyük bölümünü, PYD’nin hakim olduğu bölgelere yakın ve Irak sınır bölgelerinin de kontrolü için “İŞİD”e rol verilmiştir, “İŞİD” Şu an itibari ile Tunus, Suudi, Yemen, Pakistan, Afganistan ve Çeçenistan’dan gelen yaklaşık çekirdek kadro ile 1000-1700 arasındadır. İŞİD’in çok katı kuralları nedeniyle bölgede, Suriye vatandaşları tarafından sevilmemektedir. Gerek baskı, gerek şartların zorladığı Suriye ortamında İŞİD kendine taraftar bulabilmektedir. Mesela “Liva Davut” yaklaşık 3000 kişilik silahlı gücü ile birlikte İŞİD’e katılanlar arasındadır.İŞİD El-kaide’ye bağlıdır. Fakat gecen ayın başında Zewahiri’nin İŞİD Komutanı Ebu Bekir el Bağdadi’ye gönderdiği mektupta, İŞİD’in savaş alanının Irak bölgesi olduğunu ve Nusra ile arasındaki savaşta itidalli davranması çağrısına uymayıp Suriye’de eylemlerine devam etmiştir. Ebu Bekir el Bağdadi, Suudi Arabistan’da bulunan bazı alimler üzerinden çeşitli fetvalar çıkartmakta, kendilerini İslam alemi nezdinde haklı çıkarmaya çalışan “Ebu Bekir el Kahtanı” yardımı ile, basında, sosyal medyada aktif rol üstlenecek güçlü bir ekip kurmuştur. Bu ekip güçlü hitabetleri ve İslami bilgiler konusunda donanımlı yönleri ile ön plana çıkmaktadırlar. Bu ekip Suudi Arabistan’da İŞİD’e yakın fetvalar verildiğinde, onlara muhalif olacak alimlerin sesinin insanlara ulaşmaması ve hatta çürütülmesi için misyon yüklenen bir ekiptir. Bu ekibin en önemli rolü İŞİD’e katılımları çoğaltmak ve imajını İslam aleminde güçlü göstermektedir.İŞİD, tüm gizemiyle Suriye’de güçlenmektedir, birçok ÖSO ve İŞİD çatışmalarında Esed uçakları ÖSO noktalarını vurup İŞİD’e endirek yoldan yardım etmektedir.İŞİD içersinde onlarca grubun olduğu ve her grubun finans ve destekçisi farklı ülkelerin olduğunu düşünürsek İŞİD daha çok gündemde ve ülkemize tehdit olarak gündemde kalacaktır.İŞİD’in sahası genellikle Sünni kabilelerin olduğu yerlerdir, hatta Irak’ta dahi bu böyledir. Bu sahada Osmanlıdan bu yana kadar, kader bağımız, ortak kültürü paylaştığımız akrabalık bağlarımızın olduğunu görmekteyiz. Bu bölgede yaşayan Sünni aşiretlerin küçük bir kısmı dışında çoğu kan bağı olan Arap ülkelerine itimat etmemektedirler. Türkiye devletine güvenmekte ve tüm umutlarını bağlamışlardı fakat ülkemizin bu konuda fazla istekli olmaması rağmen Türkiye Cumhuriyetine bağlamışlardır.