Kardeş İslam ülkesinde 25 milyon Sünnî var ama büyük bir baskı altındalar. Halkın en az üçte birini oluşturmalarına rağmen azınlık haklarına bile sahip değiller. Kabinede bir tek Sünnî bakan yok. Başkentte bir tek Sünnî cami yok.İnşa etmek istiyorlar, rejim izin vermiyor. Son birkaç yıl içinde Sünnî camileri, medreseleri, okulları yıkıldı. Bir kısım Sünnî ulema tehdit altında.
Bütün bunlar maalesef bir İslam ülkesinde oluyor. Hem de İslamî rejime saip olduğunu iddia eden bir ülkede.
Fitne fesat çıkmaması için ülkenin ismini vermiyorum.
Türkiye'nin Müslüman fikir adamları, kanaat önderleri; çok saygılı, çok müspet, çok ciddî bir bildiri hazırlayarak o kardeş İslam ülkesinin idarecilerinden, Sünnî Müslümanlara nefes aldırmalarını, cami yapmalarına izin vermelerini, Ehl-i Sünnet halkın temel hak ve hürriyetlerini tanımalarını, kabineye Sünnî bakan almalarını istemelidir. Bu bildiri düşmanca bir üslup ve ifade ile değil, dostça ve kardeşçe yazılmalıdır.
Müslümanlar, mezhep farklılığı yüzünden birbirini ezmemelidir.
Unutulmamalıdır ki, İslam dünyasının büyük çoğunluğu Sünnîdir.
Hem din ve iman kardeşiyiz edebiyatı yapılıyor, hem de halkın üçte birini oluşturan Sünnîlerin hakları çiğneniyor, cami yapmalarına izin verilmiyor, medrese ve mektepleri yıkılıyor, uleması baskı altında tutuluyor. Olur mu böyle şey.
Elbette çoğunluğun mezhebi dominant olacaktır ama on milyonlarca Sünnînin hakları, hürriyetleri de tanınacaktır.
O ülkede küçük bir Yahudi ve yine küçük bir Ermeni azınlık vardır.Onlara tanınan haklar ve hürriyetler Sünnî Müslüman vatandaşlara da tanınmalıdır.
Bir Müslüman olarak min gayri haddin rica ve istirham ediyorum.
Allah aşkına,
Muhammed (Salat ve selam olsun ona) aşkına.
Kur'ân aşkına.
Hazret-i Ali aşkına.
Ehl-i Beyt aşkına.
Hasaneyn aşkına.
Hz. Fatımatüzzehra aşkına.
On iki imam aşkına.
Sünnî Müslümanlara şefkat ve merhametle muamele ediniz. Onları potansiyel düşman, tehdit ve tehlike olarak görmeyiniz.
Biz hepimiz (ayrılıklara, farklılıklara rağmen) din ve iman kardeşiyiz. Bizim birbirimize taqiyye yapmamız, birbirimizi aldatmamız, birbirimize zulm etmemiz caiz olamaz.
Yahudi ve Ermeni azınlığa gösterilen müsamaha Sünnî Müslümanlara da gösterilmelidir.
Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerimize olsun. Cenab-ı Hak cümlemize adalet, insaf, vicdan, muhabbet nasip etsin.
* (İkinci yazı)
Bediüzzaman Hakkında Açık Mektup
MUHTEREM kardeşim, "Üstad hazretleri Kur'anı ve Peygamberimizi kabul eden Hıristiyanların ehl-i necat(kurtuluş ehlinden) olacaklarını söyler" diyorsunuz.
Bir Hıristiyan, Kur'anı ve Peygamberimizi kabul edince, Teslis dini olan Hıristiyanlıktan çıkmış, Tevhid dini olan İslam'a girmiş olur. Böyle bir mühtediye artık Hıristiyan denilemez.
Üstad Bediüzzaman hazretlerinin sözünü tam, harfi harfine nakl etmemişsiniz, hatırınızda kaldığı şekilde yazmışsınız. Üstad hiçbir zaman Hıristiyanlığın hak din olduğunu söylememiş, iddia etmemiştir. Onun gibi feyyaz bir zeka, onun gibi kamil bir mü'min hiç böyle bir şeye inanabilir mi?
Hıristiyanlığın hak din olduğunu iddia etmek, Teslis inancının da hak olduğu, Hz.İsa'nın -hâşâ- Allah'ın oğlu olduğunu tasdik mânasına gelir ki, böyle bir inanç küfürdür.
Kur'anı ve Peygamberimizi kabul ve tasdik eden bir Hıristiyan, Allah katında tek hak dinin İslam olduğunu, Allah'ın İslam'dan başka bir dinden razı olmadığı inancını da otomatik olarak kabul etmiş olmaz mı?
İnanç ve usûl (temel hükümler) bakımından Hz.Âdem'den Hz. Muhammed'e kadar usûlde tek hak din olagelmiştir, o da Din-i Mübin-i İslam'dır.
Bediüzzaman hazretlerinin Hıristiyanlığı, Teslis inancını, Hz.İsa'nın -hâşâ- uluhiyetini (tanrılığı batıl inancını) kabul ve tasdik ettiğini iddia etmek o muhterem zata karşı yapılmış büyük bir iftira, bühtan ve saygısızlık değil midir?
Bir Allah dostuna böyle sapık inançlar yakıştırılabilir mi?
Zamanımızda bazı Diyalogçular sınırları aşmışlar ve Tevhid dini İslam ile kesinlikle bağdaşmayacak sapıklıklar sergilemeye başlamışlardır.
Bendeniz Bediüzzaman hazretlerini seven ve çok takdir eden bir Müslüman olarak sizi kardeşâne bir şekilde protesto ediyorum. Büyük bir yanlışlık içerisindesiniz. Lütfen bozuk itikadınızı tashih ediniz. Hıristiyanlar da ehl-i necattır derken, siz kendinizin necat dairesinin dışına çıktığınızın farkında mısınız?
Bizim Hıristiyanlara karşı borcumuz ve vazifemiz şudur: Onların lisanıyla, onların zihniyetiyle, onların aklının ereceği şekil ve üslup ile İslam'ı, Kur'anı, Tevhid'i, Resulullah'ı (salat ve selam olsun ona) anlatmak, tebliğ etmek, çağırmaktır. Bu, onlara yapabileceğimiz en büyük iyilik ve hizmettir.
Hıristiyanlara: "Sizin dininiz de haktır, siz de ehl-i necat ve ehl-i Cennetsiniz..." demek onlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü bu bâtıl sözler onların hidâyetine engel olur, ebedî saadetlerinin elden gitmesine yol açar. Onlara böyle bir kötülüğü yapanlar büyük günah işlemiş, hattâ küfre düşmüş olur. Cenâb-ı Hak cümlemizi böyle sapıklıklardan muhafaza buyursun.
Şunu da belirteyim ki, bir kimse Kelime-i Şehadet'in sadece Allah'ın bir olduğunu, benzeri ve ortağı bulunmadığını beyan eden birinci kısmına iman etse, ikinci kısmını, yani Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimizin Allah'ın hak Elçisi olduğu cümlesine iman edip tasdik etmese yine mü'min olmaz. Kelime-i Şehadet bir bütündür, birinci kısmı alınıp ikinci kısmı terk edilemez.
Cenab-ı Hak cümlemizi doğru yolda sâbit-kadem kılsın.