Cahit Koytak, bir şiirine "Bekledik, bekledik, bugün de yeni bir şey olmadı" dizesiyle başlar. İsrail işgal devletinin 'suçsuzluğu cezalandırmasından' sonra, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin tavrı aynen bu şekilde...
İsrail, Mavi Marmara katliamından dolayı hem özür dilemeyeceğini, hem de uluslararası soruşturmayı kabul etmeyeceğini ısrarla söylüyor. Hatta kendi soruşturmasını(!) başlattı bile...
Buna rağmen, 'bizimkilerin' iyimser havasını hâlâ koruması, "İsrail ile ilişkilerimizi gözden geçirebiliriz" veya "İsrail bir dostunu kaybetmek üzere" gibi etkisiz ve caydırıcılıktan uzak lafların edilmesi, aklımıza ister istemez başka şeyler getiriyor.
Mesela sıklıkla, "Türkiye ile İsrail arasında güçlü bağlar var" deniliyor. Bu bağ nedir? İsrail işgal devleti maalesef 1948'de kuruldu. Türkiye ise 1071'den beri var.
Kimi Yahudiler şu sözü hep söyler: "Yirminci yüzyılda iki tane devlet kurduk. Biri İsrail, diğeri Türkiye..."
Güçlü bağlardan kastedilen şey, inşallah bu değildir. Şunu da hemen ve şiddetle belirtelim: Birileri böyle düşünüyor diye, bunu kabul edecek değiliz. Fakat Müslüman kardeşlerimize rağmen daima İsrail'in yanında yer alış da oldukça anlamlıdır. Yeri geldiğinde pasif kalışımız bile!
Hükümet üyeleri, Mavi Marmara baskınından sonra dünyanın çeşitli yerlerinden ve kurumlarından gelen kınamaları, diplomatik bir başarı olarak önümüze koyuyorlar. O kınamaların çoğu, otomatik olarak zaten yapılır, yapılıyor. Bunlar, diplomasinin rutin işlemlerindendir. Önemli olan, yaptırım kararlarının alınması, aldırılmasıdır. Sorulması gereken soru ise Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin ne yapacağıdır. Bu meseleyi zamana yayıp soğutmak gibi bir düşünceleri inşallah yoktur.
Bu arada, şunun da farkındayız: İsrail'in dünyadaki ve Türkiye'deki uzantıları, hükümetin direncini kırmak için "eksen kayması" tartışmasını gündeme getirdiler. Böylece İsrail'in aleyhine bir şey yapılmaması konusunda hükümete baskı yapmayı düşünüyor olabilirler. Hükümet inşallah bu tuzağa düşmez.
Sırası gelmişken belirtelim: Türkiye'de bir eksen kaymasının yaşandığı doğrudur. Türkiye'nin ekseni yürekten ve bilekten çeneye doğru kaymaktadır.
Bakıyoruz, yönetici pozisyonunda olanlar durmadan konuşuyor. Buna karşılık, ortada icraat namına hiçbir şey yok. Oysa konuşmak vatandaşın, yapmak ise devletin işidir.
Türkiye ne yapacağını bilemezken ya da üç-dört maddelik sözde yaptırım paketleriyle oyalanırken; terbiyesizliğe doymayan İsrail daha ciddi adımları atmaya başladı bile. Mesela Türk mallarına boykot başlattılar, Türklere ait şirketleri sınır dışı etmeye hazırlanıyorlar vs.
Yine, güya ablukayı hafifletme kararı aldılar. İsrail'e yakın medya, bunu İsrail'in bir iyiliği olarak takdim ediyor. Hükümete yakın olanlar ise bunu Türkiye'nin başarısı olarak sunuyor.
İsrail'in "ambargoyu hafifletip" Gazze'ye girişine izin verdiği gıda maddelerine bir bakalım: Gazoz, meyve suyu, reçel, baharat, şeker, patates cipsi, bisküvi, kurabiye...
Demek ki daha düne kadar bunların Gazze'ye girişi yasaktı. Medyanın İsrail barbarlığı üzerinden işte bunu tartışması gerekiyor.
Bu nasıl bir insanlık; kurabiye hangi gerekçeyle yasak olabilir? Yemezsin ve bayatlar, taş gibi olur; sonra bunları alıp taş niyetine İsrail askerlerine atarsın. Gerekçe bu mu?
Baharatlar da öyle... Mesela karabiberi yemeklere değil de, İsrail askerlerinin gözlerine atarsın. Gazozu çalkalar ve İsrail askerlerine doğru tutup açarsın. Reçel hepsinden tehlikeli... Filistinliler reçelle saldırırsa, Yahudilerin elleri yapış yapış olabilir.
Bunlar da gösteriyor ki, karşımızda, insanlıktan bir gram nasiplenmemiş çirkin bir topluluk var. Mesela İnsani Yardım Vakfı'nın sloganlarından biri de "İyilik her kapıyı açar" cümlesiydi. Fakat "iyilik", terör devleti İsrail'in kapısını açamadı. Çünkü söz konusu cümle insanlar için söylenmişti.
Okuduğunuz gibi; duygularımız her daim devrede olduğu için, işi yine insanlığa bağladık.
Uzun sözün kısası; terör devleti İsrail'in yaptıklarını, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin ise yapmadıkları veya yapamadıklarını izlemeye devam edeceğiz.