Fransa parlementosu, 2001 senesinde Türkiye’nin tüm tepkilerine ve haklılık gerekçelerine rağmen 1915 olaylarını Ermeni Soykırımı olarak kabul etmişti. O günden bu yana, gerek Ermeni meselesi gerekse de Türkiye nin AB üyeliğine karşı muhalif duruşu sebebiyle Fransa ile sağlam temeller üzerine oturan bir ilişki kurulamamıştır. Fakat tüm bunlara rağmen Türkiye için siyasi ve ticari ilişkilerin üst seviyede olduğu önemli bir AB ülkesi konumunda Fransa. Pek tabiki Fransa için de Türkiye ile ilişkiler stratejik ve aynı öneme haiz.
İki ülke arasındaki ilişkiler ne dost ne de düşman olarak tanımlanamayacak bir sürüncemede gitti geldi senelerce. Ta ki 22 Aralık 2011 tarihinde Ermeni soykırımını inkar etmenin suç teşkil edeceği, özgür düşünceye ket vurup ayaklar altına alacak yasanın Fransız parlamentosunda kabul edilişine kadar. Bu yasa Fransız ihtilali’nin kazanımları olarak bilinen özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkelerinin yine Fransa’nın kendisi tarafından çiğnenmesi ve pasifize edilmesi sonucunu doğurmaktadır. Yasanın kabulü halinde sözde Ermeni soykırımının olmadığını düşünmenin telafuzu bile cezaya tabi tutulacaktır. Fikir özgürlüğünün her zaman savunucusu olarak bilinen AB ülkelerinin utancı olmak neticesiyle karşı karşıyadır bugün Fransa.
İçinde bulunduğumuz ocak ayının sonuna kadar bu utanç yasasının meclisten Fransız senatosuna sunulması bekleniyor. Bu bekleyişin sözde soykırımın inkarına ceza müeyyidesi uygulanması lehinde sonuçlanması gibi bir durumda Türk- Fransız ilişkileri İsrail’le şu anki siyasi ilişkimizden bile daha vahim seviyeye gelebilir. Gel gör ki bu yasayı çıkarmak Fransa için hiç te kolay bir karar olmasa gerek. Türkiye gibi batı ve doğu dünyasını etkisi altına alabilecek söz sahibi bir ülkeyle Fransa’nın yolları her platformda kesişmeye muhtaç. Bu muhtaçlık düşünüldüğünde de antidemokratik yasa tasarısının cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik Ermeni oylarını devşirme esaslı ‘’Sarkozy Manipülasyonu’’ndan öteye geçemeyeceği aşikar.
Olaylara Türkiye cephesinden bakacak olursak, Türkiye bu çağdışı yasaya karşı Fransa’yla olan ilişkilerini şu an için İsrail seviyesine çekmiş vaziyette. Paris büyükelçimiz Tahsin Burcuoğlu’nun Türkiye’ye geri çağırılması dışındaki uygulanacak ilk etap yaptırımlar şunlar :
*İkili düzeyde gerçekleştirilmesi ön görülen siyasi, askeri, ekonomik mahiyetteki karşılıklı ziyaretler, seminer,eğitim, kurs, personel değişimi gibi faaliyetlerin iptali.
*Avrupa Birliği çerçevesindeki eşleştirme projelerinde Fransa ile işbirliğine gidilmemesi
*Her türlü siyasi istişarenin durdurulması. İkili askeri faaliyetler ve ortak tatbikatlarin iptali.
*Üst uçuş ve iniş kalkış izinlerinin iptali ve her uçuş için ayrı izin uygulamasına geçilmesi
*Askeri gemilerin liman ziyaretleri için izin başvurularının reddi
*Planlanmış siyasi, ticari ve ekonomik belli başlı müzakerelerin iptali.
Tüm bu yaptırım kararlarının ardından şimdilik Fransız Senatosu’nun Türkiye lehinde çıkması muhtemel kararı bekleniyor. Türkiye adına olumsuz bir sonucun çıkmayacak olmasına rağmen Türkiye için beklemede olmanın yakışıksız ve küçük düşürücü bir davranış olduğunun idrakine kısa süre içinde varılmasının gerekli olduğu düşüncesindeyim. Senatonun yasayı reddi, Fransa’nın Türk imajını zedelemeye yönelik hamlesini gölgelemeye muktedir olmasa gerek.
Söz konusu ilişkileri kesintiye uğratmaktan öteye geçip, Türkiye’nin bağlayıcı ve Fransız imajını düşürmeye yönelik hamleler yapması gerekliliği bugün için eskisinden daha fazla önem arz etmektedir. Şimdiye kadar fransız kalmamızın bir utanç vesilesi olduğu 1945 Cezayir Mezalimi’nin bir an önce tanınması, yasalaşması ve uluslararası camiada dillendirilmesi eskisinden daha gerekli bir elzem ve Türkiye adına şiddetli bir karşı koyma şeklidir. Ayrıca girişimlerimiz vesilesiyle de Cezayirli müslüman dostlarımızın geç te olsa gönülleri alınmış olur.
Batı dünyasının utançlarına göz yummayan, zulüm ve gaddarlıklara karşı fransız kalmayan daha etkili bir Türkiye umuduyla…