Siyaset üzerine düşünmeye ara veriyoruz. Siyaset tartışmasının bir anlam ifade edebilmesi için, önce, kültür meselesini tartışmak gerekiyor.
İnsanlık tarihi boyunca, insanlığın ilk kez kozmos, yani düzen, uyum ve bütünlük fikrini yitirdiği ve kaos yani düzensizlik, uyumsuzluk ve parça fikrine alıştırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Nasıl ki, katışıksız bir kozmos fikri, gerçekleşemeyecek bir fikirse; aynı şekilde, salt kaosun hâkim olduğu yer de yaşanamayacak bir hayat-dünya demektir.
Ancak -tıpkı Tanrı ile şeytan gibi- kozmos'la kaos da aynı varoluş ve hakîkat düzlemine ait değildir. Çünkü kozmos, aslî'dir; kaos arızî.
Çağımızda kozmos yok olmuş, kaos hâkim olmuştur: Çağımız, kaos çağıdır.
Kozmos'un yitirilmesi, kaosun hâkim olması, hem medeniyet fikrinin yitirilmesiyle ilgili, hem de medeniyet fikrini yok eden bir şeydir. Oysa kozmos fikrinin yitirildiği bir yerde, sadece insanın değil, bütün varlıkların varlığı ve geleceği de tehlikeye girer.
Batı uygarlığı, kaos uygarlığıdır. Batı uygarlığı, bir medeniyet değil, kültür'dür. Medeniyetin kurucu ilkesi kozmos'tur: Kozmos, insanın insanlaşma ve kendini aşma sürecidir; kaos, dolayısıyla kültür'se insanın kozmos'tan ayrılma, tabiattan uzaklaşma, tabiata hâkim olma, dolayısıyla azmanlaşma ve insanlığından uzaklaşma süreci. Kozmos ilkesi, kaos fikrini ve gerçeğini yoksaymaz; kaos gerçeğini tanır ve kaos'u da ihata eder. Kozmos ilkesi'nin hâkim olduğu bir hayat-dünya tasavvuru, kaosu büsbütün ortadan kaldırmaz; kaosun hâkim olma imkânlarını ortadan kaldırır.
Oysa kültür'ün kurucu ilkesi kaostur. Kaosun hâkim olduğu bir hayat-dünya tasavvuru kozmos'u da yok eder. Kozmos aslî, kaos ise arızî bir fenomen olduğu için, kaosun hâkim olduğu yerde, her tür arızanın üretilmesi, insan da dâhil bütün varlıkların her şeyi tarumar edici taarruzlara maruz kalması kaçınılmazdır.
Kadîm medeniyetlerdeki kozmos ve kaos gerilimi, antik Yunan uygarlığıyla birlikte tabiat ve kültür gerilimine dönüşmüştür. Antik Yunan uygarlığı, kozmos'u dolayısıyla medeniyet'i yok eden, kaosu, dolayısıyla kültür'ü / insan'ı hâkim kılan sürecin temellerini atmıştır. Burada Socrates-sonrası süreci kastediyoruz. Socrates-öncesi süreçte, bir medeniyet idea'sı, bir kozmos idraki hâlâ mevcuttu. Ama Socrates'ten sonraki süreçte, kozmos idraki ve fikri, yerini insanın tanrılaştırıldığı bir kaos, bir kültür sürecine terk etmiştir. Heidegger'in, düşünce'nin Socrates'le birlikte bittiğini söylerken dikkat çektiği şey işte bu yakıcı gerçekti.
Medeniyet ve dolayısıyla kozmos fikrinin yitirildiği ve hatta yok edildiği; kültür ve dolayısıyla kaos sürecinin hayatımıza hâkim olmaya başladığı dönüm noktası, modernliktir. Modernler, varlığı ve hakîkati, tabiat ve kültür gerilimine indirgeyerek anlamaya çalışmışlar ve sonunda kültür, tabiata da, hayata da hükümran olmuş, Kültür'ün zaferi, Tabiat'ın ve İnsan'ın yenilgisiyle sonuçlanmıştır.
Kültür, yapaydır. Tabiat, hakîkîdir. Kültürün aslî bir dayanağı yoktur; o yüzden dayanıksızdır. Kültür, üretilen bir şeydir; oysa Tabiat, üretir. Kültür de üretir ama ürettiklerini Tabiat üzerinden üretir: Tabiat olmasa kültür de olmaz: Kültür, varlığını Tabiata borçludur. Tabiat, bir âyettir, işarettir; Kültür, bu âyetin, işâretin şifrelerinin çözülerek yok edilmesi sürecidir. Tabiat, "tanrısal"dır; Kültür, tanrısallığın karikatürize edilmesi, maskaralaştırılmasıdır.
Tabiat ile Kültür arasındaki savaşı, görünüşte, Kültür kazanmıştır. Ama bu, insanın kaybetmesiyle sonuçlanmıştır. Bu zafer, Descartes'ın "tabiatın efendileri olacağız" sözünde de ifade edildiği gibi, insanın, tabiat'ı teslim almasına ve kültürü, dolayısıyla kaosu hayatımıza hâkim kılmasına yol açmıştır: Tabiat "yaratır"; Kültür, yıkar çünkü. Kültür, aslî bir kurucu ilke'ye dayanmadığı, yapay ve arızî olduğu için sürekli olarak insanı her tür saldırıya açık hâle getirir ve tüketir her şeyi.
Yazıyı, sarsıcı bir aforizmayla noktalayalım: Kültür'ü sözlüklerimizden de, hayatımızdan da at/a/madığımız sürece insanlık, insanlık yüzü göremeyecek. Ve Kültür, hayatımızda merkezî yerini korumaya devam ettiği sürece, insanlık, merkezî sorunlarının neler olduğunu bile anlamakta zorlanacak; dolayısıyla sulh ve sükûna, hak ve hakîkate, hukuk ve adalete dayalı bir medeniyet kurmayı başaramayacak; kaoslar, katastroflar ve türbülanslarla yaşamaya alıştırılacağız. İyi de, nereye kadar?