Kısa süre önce haklarında idam kararı veren yargıcın ölümü vesilesiyle gündeme gelmişlerdi, önceki gün idam yıldönümleri olduğu için bir kez daha hatırlanıldı: Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 38 yıl önce hayatlarını kaybettiler. Haklarında idam hükmü verildi, TBMM hükmü onayladı ve infaz yerine getirildi...
Dönemin sorumlularından Süleyman Demirel, dün, "İçim sızlar, ama" demiş idamları için, "Siyasi sorumluluğum yoktu; beni deviren güç böyle istiyordu..." Daha önce de, idamlarla Soğuk Savaş arasında irtibat kurmuştu Süleyman Demirel, "Soğuk Savaş'ın talihsiz olaylarından biri" diyerek...
Tarihimiz bizi burada da takip ediyor; hiç gündemden düşmeyen 'Ermeni sorunu' ve ara sıra patlak veren 'İsmet İnönü' tarzı konularda olduğu gibi... Dönemin sorumlularının çoktan unutulmuş olmasını tercih edecekleri 'ibret-i âlem' için verilmiş bir karar 38 yıl sonra da hatırlanıyor...
Süleyman Demirel bir yönüyle haklı elbette: İnfazlardan bir yıl önce siyasi sisteme müdahale eden askerler kendisini başbakanlıktan etmişlerdi; idam kararları, askeri dönemde, 'sivil olmayan' bir yargılama süreci sonunda verilmişti; işbaşında askerlerin kurduğu bir hükümet vardı.
Bir başka yönüyle haksızdır Süleyman Demirel: 12 Mart (1971) askeri müdahalesi sonrasında oluşan hükümet 'askeri' ağırlıklıdır, ancak pek çok yönden kendisinin etkisi sürmektedir; Meclis'te ise başında bulunduğu Adalet Partisi çoğunluğu teşkil etmektedir. İsteseydi infazları herhalde önleyebilirdi.
Yine de üzülüyor olabilirdi, ama idam kararlarının altında imzası bulunan askeri yargıcı sonradan partisinden milletvekili olarak Meclis'e getirmesi fazla üzülmediğine işaret ediyor.
Soğuk Savaş mazereti önemli. Türkiye o yıllarda savaşın en ileri karakolu durumundaydı ve bu sebeple sürekli altüst oluşlar yaşıyordu. Karşıt görüşlerin en acımasız biçimde bastırılıp cezalandırılması o günlerin şartlarında 'doğru' bulunuyordu. Ülkeyi kasıp kavuran nice eyleme 'derin devlet' ile ilgili sonradan bilgimiz dahiline girmiş gerçekler ışığında baktığımızda, hemen her konuda 'gizli güçlerin' varlığını ve etkisini görebiliyoruz.
Gördüğümüz bir başka önemli gerçek daha var: Süleyman Demirel'in güncel siyaseti etkileyebildiği her dönemde 'Soğuk Savaş' mantığı bir biçimde hakimdir ve 'derin devlet' ile irtibatlı güçler hemen her olayda varlıklarını hissettirmektedir. Soğuk Savaş'ın fiilen bittiği 1990 sonrasında bile...
Üç gencin hayatlarının idam sehpasında sona erdirilmesi önlenemez bir olay mıydı acaba? Kendilerini savunmakla görevli olanların, hiç değilse bazılarının, onlardan birer 'şehit' yaratmak gibi bir derdi olmasaydı, Sıkıyönetim Mahkemesi önünde yargılanmalarına rağmen, daha hafif bir cezayla kurtulmaları mümkün olamaz mıydı?
İşte üzerinde ciddi biçimde düşünülmesi gereken bir soru size...
Mahkeme kararının Meclis ve Senato tarafından onaylanması süreci yüzünden idamlara 'milli irade' kılıfı geçirmeye kalkışan olduğunu da hatırlayalım. Askeri müdahaleler milletin iradesini ortadan kaldıran, bazen de Meclis'in üzerine deli gömleği geçiren dönemlerdir; o bakımdan dönemin idam cezalarına yaklaşırken Meclis'te bulunanları toptan veya Demirel'i doğrudan suçlayamıyor, nedamet hissi için sorumluların sonraki davranışlarına bakıyoruz.