Aşağıdaki mektup denizdeki okuyucumdan:
Bir Müslüman ne kadar iyi, ne kadar kötü, ne kadar orta yaşarsa yaşasın ölüp mezara girmeden durumunun ne olduğunu bilme şansı yoktur. Herşey ama herşey canın bedenden ayrılmasıyla kendini gösterecek, müsbet yaşadığı, ibadetini aksatmadığı bilinen bir kul bile her türlü sürprize açık olan yıl sonu karnesini o zaman alacaktır. (Arada yarıyıl karnesi almadan). Parantez içinde yazdığım bu "YARIYIL KARNESİ ALMADAN" cümlesi burada sormak istediğim sorunun ana konusudur.
Abidler dahil dünyada hiçbir insan yoktur ki "bugün ben şu işi yaptım, sevap işledim, haneme 1 sevap yazıldığını gördüm" diyebilsin. İyiye de, kötüye de dünyada uyarı/müdahale yoktur. Gözlerini kapar kapamaz iyiliklerle mi, azapla mı karşılaşacağını bilememek, dahası artık geri dönüşün kesinlikle olmadığını düşünmek dünyada hiçbir dert olmasa bir insana yeter. Esasen bunları biliyor olmamız, sıkça zaman zaman yakınlarımızdan, zaman zaman ani-beklenmedik olmak üzere cenazeler kaldırmamız insanın yemeden içmeden kesilip sonum ne olacak düşüncesiyle dağlara uzlete kaçması, alnını secdeden kaldırmaması için yeterli sebeptir. Dünya ile ilişiği kesip bu düşüncelerle kendimizi harap etmememiz, hiçbir şey yokmuş, hiç ölmeyecekmişiz gibi davranmamız, ya da en azından haramları terkedip farz ibadetleri aksatmadan yapmaya başlamamamız aklın, mantığın alamayacağı, dünyada hiçbir ruhbilimcinin/psikoloğun çözemeyeceği bir davranış şeklidir. Burada da şu akla gelmektedir ki, acaba insanın içindeki bu akılalmaz ibret almama, bu korkunç sonu (kabir, muhtemel kabir azabı, mahşer, mizan, sırat vs..) hemen hiç düşünmeyerek kendini bunlara fazlaca verip dünyadan soyutlanmaması da Allah'ın bir hikmeti midir? O'nun hikmeti midir ki insanlar bu sayede dünya düzenini sürdürürler bu da apayrı bir soru konusudur.
Biz sorumuza/sorunumuza gelirsek; ancak geri dönüşü olmayan ölümle insanın Allah'ın rızasını kazanıp kazanamadığını öğrenebilecek olması tüyler ürperten korkunç bir durumdur. Şartlarına ne kadar riayet edilirse edilsin her ibadetin ve yapılan iyiliğin, hayrın arkasından mutlaka bir "ALLAH KABUL ETSİN" temennisi gelir. Yani yukarıda değindiğim bir tek sevabı bile garanti göremiyorsak bizim halimiz nicedir? Kısacası "ALLAH KABUL ETSİN" temennisi esasen dilimize yerleşmiş sıradan bir deyim değil, bu kadar çok kullandığımıza göre yaptıklarımıza güvenemeyeceğimizi o kadar gösterir bir dini kaidenin söylemidir.
Hiçbir Müslüman'ın "şu kadar sevabım, şu kadar günahım var, sevabım/hayrım çok yerim cennettir" demesi, uçlarda değil de ortada olanın da hangisi ağır basar bilemiyorum" deyip durumunu kestirme şansı yoktur.
Teşbihte hata olmaz denir. Ne kadar yakın bir örnektir bilemem ama bu hususta karşılaştırma yapılabilecek en uygun durum olduğundan şu temsili getirmek isterim: Okula giden bir çocuğu düşünelim. Zaman zaman girdiği sınavlardan notlarını alır, yarıyıl karnesiyle de durumunu görür. Çalışırsa zayıf derslerini düzeltir, çalışmazsa o yıl için her şeyin sonu olan yıl sonu karnesinde zayıfları devam eder.
Bizim ise böyle bir şansımız yoktur. Herşey hayatın sonunda belli olacaktır. Ayrıca da tekrar o dönemi baştan okuyarak da olsa dersleri geçip vaziyeti düzeltme durumumuz söz konusu değildir.
Soruya gelirsek: Bir Müslüman'ın dünyada yaşarken Allah katındaki yerini öğrenmesinin, doğru yol üzerine olup olmadığını anlamasının, Allahın rızasını kazanıp iyi kulları arasına girip girmediğini bilebilmesinin hiçbir yolu yok mudur?