Sizlere örnek bir şahıs ve şahsiyetten bahsetmek istiyorum. Hikayemiz Makedonya Üsküp’te başlıyor. Bilindiği gibi Osmanlı Balkanları fethettiği zaman buralara özellikle Konya ve civarından Türkmenleri yerleştirmeyi siyaset edinmişti. Bu siyaset çerçevesinde Balkanlara yerleşen Türkler, bu bölgede Müslüman olmayı seçenlerle birlikte buraları örnek İslam beldeleri haline getirmişlerdir. Bu sayede ki, şairin dediği gibi “Üsküp ki Şar Dağı’nda devâmıydı Bursa’nın”.
Üsküpü yurt edinen bir ailenin evladıdır kahramanımız. Üsküp Eski Çarşı’da esnaflık yapmaktadır. Meşgalesi baba dede mesleğidir. Çarşıya yakın bir mesafede bulunan baba yadigarı 300 yıllık bir konakta ikamet etmektedir. Bu konağın bahçesinde 3 adet sobadan (Üsküp ağzında odaya soba denir) müteşekkil bir misafirhane mevcuttur. Atadan babadan görüldüğü gibi bu odalar yolda kalana, ihtiyacı olana sorgusuz tahsis edilirdi. Burada kalanların iaşesi temin edilir ve imkanlar dairesinde en iyi şekilde misafir edilirdi.
Örnek kabilinden zikretmekte fayda var. Aslında varlıklı olan ancak ihtiyarlayınca evlatları tarafından bakılmayan yaşlı bir şahsı evinde karşılıksız misafir eder. Yaşlı adam bu davranıştan memnun kaldığı için çarşıdaki dükkanlarından birini bizimkine hediye eder.
Gün olur devran döner Osmanlı’nın Balkanlardaki hakimiyeti sona erer. 2.Dünya savaşından sonra da Yugoslavya kurulur. Eski güzel günler mazide kalmıştır artık. Her türlü olumsuzluğa rağmen 5 asırlık baba ocağıdır bu şehir. Tevekkül edilerek hayata devam edilir.
Bir gün baba ocağı olan konağın istimlak kararı tebliğ edilir. Aslında istimlak edilen bu konak karşılığında (Üsküpü bilenler için belirtmekte fayda var) Butel-2 semtinde birkaç tane dubleks villa tipi ev verilmektedir. Ancak asırlık baba ocağının yıkılması bizim muhtereme çok ağır gelmiştir ve İstanbul’a göç kararı alır.
Sahip oldukları malı ve mülkü yavaş yavaş elden çıkarıp göçe hazırlık başlar. Çarşıda kendine ait yukarıda bahsettiğim hediye kabilinden hediye edilen dükkanlar da vardır. Bu dükkanlar anasının ak sütü gibi helal olmasına karşılık bizim muhterem bu dükkanları tek kuruş almadan başkalarına hibe eder. Bu dükkanların bugünkü değeri yaklaşık 1.000.000.-USD civarındadır. Yazıyla da yazalım ki zihinlerimize tam yerleşsin “Bir milyon Amerikan Doları”. Burada bir virgül koyup hepimiz kendimize soralım “Bugün kaçımız bu babayiğitliği gösterebilir?”.
Toparlanan eşyalar trene yüklenir ve İstanbul’un yolu tutulur. İstanbul’a varıldığında öncelikle bir kiralık ev bulunur. Ev bulunacak ki gümrükte bekleyen eşyaları alabilsinler. Ev kiralanınca bizim muhterem gümrüğe gider ve eşyalarını almak için resmi işlemleri başlatır. Ancak gümrük memurlarından bir vicdansız bu hicrete mecbur kalan insanlara yardımcı olması gerekirken eşyalarını vermek için yüklüce bir rüşvet ister. Bizim muhterem “Rüşvet alan da veren de cehennemliktir” düsturu gereğince bir kuruş vermeyeceğini söyler. Akrabaları ve tanıdıkları araya girer ve “Sen ne yapıyorsun yahu! Evinin bütün eşyaları burada ve sen yeni bir hayata sıfırdan başlıyorsun. Bu eşyalar olmadan olmaz. Bırak ta işlemleri biz halledelim” derler. Ama bizimki reddeder ve onun adına başkası da rüşvet verse eşyaları almayacağını kesin bir dille ifade eder. Gümrük memuru da mendeburluğundan vazgeçmeyince bütün eşyalar Üsküp’e geri gönderilir.
Bir tanıdığı bizim muhtereme gelir ve Kapalıçarşı’da ona uygun kiralık bir dükkan olduğunu söyler. Bizim muhterem gider ve dükkanı görür. Cebindeki bütün para bu dükkanın hava parası ve kirasına ancak yetmektedir. Allah’a tevekkül ederek bu dükkanı kiralar ve işe başlar. Sonrasında bu dükkanın sahibi olmayı Allah ona nasip eder.
Bizim muhterem farz ibadetlerini asla aksatmayan birisidir. İstanbul Kapalıçarşıyı bilenler şunu da bilirler ki burada birçok din ve milliyetten esnaflar vardır. Bizimkinin Rum, Ermeni, Süryani komşuları vardır ve bunların bazıları onunla aynı işi yapmaktadır. Bu sebepten kendisi abid bir müslüman olmasına rağmen dükkanına bunu vurgulayacak nesneler asmaz. Yani besmele hüsnü hattı veya dini resim ve motifler gibi nesneler ancak evinde yer bulur. Sırf müslüman olduğu için kendisinden alışveriş yapılmasını tercih etmez. Komşu hakkını gözetmek onun için daha önemlidir. Müşteri onun dükkanındaki malı beğenirse alışveriş yapsın ister.
Çarşı esnafı arasında her zaman dayanışma olmuştur. Bugün ödemesi olup ta eksiği olan komşudan tamamlar ve aynı gün içinde veya kısa bir sürede geri öder. Bizim muhterem kazancının helalliğinden şüphe duyduğu hiçbir kimseden borç dahi almamıştır.
Vefat etmeden önce de ailesine “Size bıraktığım mal ve mülkü edindiğim kazanca gayretim ve alın terimden başka bir şey katmamaya dikkat ettim. Bu kazanca tefecinin, bankanın, kazancı şüpheli olan birisinin parası veya katkısı dahil olmamıştır. Bu sebepten Yüce Yaradan’ın sizleri kimseye muhtaç etmeyeceğini umut ediyor ve öyle olması için de dua ediyorum” der.
İstanbul’daki hayatında da sofrasını kimlere açtığı, kimlerin elinden tutup ihtiyacını giderdiği hususunda fazla kelam etmeyeceğim. Ben genel olarak bir müslümanı ve duruşunu aktarmaya çalıştım. Yani amiyane tabirle sözde değil özde ve hakikatli duruşun örneğini göstermeye çalıştım. Yaradan’a dua ederken “sebbit akdamena” dediğimizde kast ettiğimiz duruş bu olsa gerek diye düşünüyorum.
Yazımın başlığını özellikle “Son Müslüman” olarak seçtim. Tabii ki bu muhterem son müslüman değil olmayacak ta. Ancak bugünlerde etrafımıza baktığımızda bu numune şahısların sayısının gittikçe azaldığını görüyoruz. Bu nedenle son müslüman tabirini kullanarak böyle şahsiyetlerin azalmasına göz yummayalım, tam aksine sayılarının artması için gayret gösterelim istedim.
Böyle insanları tanıma fırsatı verdiği için de Rabbime binlerce şükürler olsun. Çünkü bu dünyaya gerçek manada bir değer katan halim selim kimseler kolayca göz ardı edilirler. Çünkü onların şöhret olma veya bilinme gibi bir dertleri yoktur. “Mümin müminin aynası” olduğuna göre böyle numune şahıslara yani gerçek Allah dostlarına çok ihtiyacımız var.
Benim aziz dostum olan, bu muhteremin küçük oğlu, Hak vaki olunca babamı bulacağım ve ona diyeceğim ki “Babacığım! Sen ne yapmadınsa biz hepsini yaptık. Ancak başımız dertten kurtulmadı. Kafamızı o taştan bu taşa vura vura buraya kadar geldik” .
Latifesi bir tarafa, evlatları da muhterem babalarının yolunda ve ona layık olma gayretinde hayata devam etmektedirler. Rabbim sayılarını arttırsın inşallah.