O’nun adını ilk duyduğumda şaşırmıştım. Zira bir hanımın adının Hamza olduğunu ilk defa duyuyordum, Türkiye’de karşılaşmadığımız bir durum değildi bu.
12 Ağustos’tan itibaren Somali’de hizmet veren Deniz Feneri Acil Hastanesi’nin çalışanıydı Hamza. Kendisi Somalili ama Türkçe biliyor. Çünkü Türkiye’de Cerrahpaşa Tıp Fakültesinde öğrenci.
Türkiye’nin yardımları Somali’ye ulaşmaya başladığında hem Türkçe bilen hem de doktorlara yardım edebilecek kadar tıp bilgisine sahip birisini bulmak kolay değildi. İmdada yetişenlerde birisi Hamza oldu.
Onunla ilgili ilk bilgileri Deniz Feneri Derneği Genel Başkanı Mehmet Cengiz’in aldım. Cengiz, hastanenin açıldığı ilk günlerde Somali’deydi ve Hamza da o ilk günlerin telaş ve heyecanını bütün ekiple birlikte yaşanlardan biriydi.
Deniz Feneri Genel Sekreter İbrahim Altan da Somali dönüşlerinde hep bahsetti Hamza’dan. Sağlık ekibinin içinde Türkçe konuşan bir Somalili.
Diyanet İşler Başkanlığı tarafından organize edilen II. Afrika Kıtası Müslüman Ülke ve Toplulukları Dini Liderler Zirvesi için Türkiye’ye gelmiş bir grup Somaliliye Deniz Feneri’nin yardımlarını anlattım. Pazartesi günkü açılışında Başbakan Erdoğan’ın da etkileyici bir konuşma yaptığı Zirve’nin Ankara ve Konya ayağında bir dizi etkinlik bulunuyor.
Çarşamba günkü çalıştaylarda çeşitli ülkelerden gelen misafirlerle Türkiye’den STK’ların temsilcileri ve kardeş şehir temsilcileri bir araya geldi. Somali’nin konuşulduğu çalıştayda Deniz Feneri’nin yardımalrı konuşulurken bütün misafirlerin gözlerinin içi güzlüyordu. Zira derneğin ışığından hepsi haberdardı. Derneğin bağışçılarına ve Türkiye’yi yönetenlere çok dua ettiler.
Dün akşam, içlerinde iki milletvekilinin de bulunduğu bir grup Somalili misafir Deniz Feneri Genel Merkezi’ne teşekkür ziyareti yaptı.
Yapılan sunumlar ve anlatımlarda tercümanımız hazırdı: Hamza.
Hamza bir buçuk yaşındayken babasını kaybetmiş. Bir ağabeyi ABD okuyor. Diğer ağabeyi Haşim’le birlikte Türkiye’de okuyan Hamza annesinin yemeklerini özlemiyormuş. Çünkü annesi onlarla birlikte İstanbul’da yaşıyor.
Hamza, Mogadişu’da kendi ülkesinin insanına hizmet etmenin tadını almış bir kere, fakülteyi bitirdiğinde çocuk hastalıkları uzmanı olarak ülkesinde hizmete devam etmeyi düşünüyor.
Deniz Feneri Genel Merkezinde bir grup Somaliliye Deniz Feneri tanıtılırken Hamza içeriden biri, bir deniz feneri olarak hemşehrilerine anlattıklarımızı aktarıyordu.
Somali’deki son durum bundan üç ay öncesine göre çok iyiymiş. Elbette orası için daha yapılacak epeyce iş olduğu ifade edildi.
Hamza’ya son günlerde tekrar tekrar cevap vermek zorunda olduğu bir soruyu ben de yönelttim, “Somalililer balık yiyorlar mı?”
“Elbette yiyorlar” diye cevap verdi.
Bazı gazetecilerin bahsettiği, günah saydıkları için balık yemedikleri bilgisinin gerçek dışı ve temelsiz olduğunu söyledi Hamza.
“Ama balık tutmayı çoğu Somalili bilmiyor, boğulmaktan korktukları için okyanusa girmiyorlar. Somali’de yeteri kadar büyük baş hayvan var çünkü” diye sürdürdü açıklamasını.
Yıllar önce gittiğim Etiyopya’nın, kıtlık yaşanmasına rağmen hayvan varlığı bakımından zengin sayılabilecek bir ülke olduğunu duyduğumda çok şaşırmıştım.
Aynı şaşkınlığı bu kez de Somali konusunda yaşadım. Somali de büyük baş hayvan varlığı bakımından dünyanın önemli ülkelerinden biriymiş.
Tanıdığım Somalililerin nerdeyse hepsi güler yüzlü ve sempatik. Kendi aralarında sürekli şakalaşıyorlar. Birisiyle konuşurken yüzlerinden tebessümü hiç eksik etmiyorlar.
Mütebessim ve nüktedan Somalililerden birisi de Muhammed Nuh.
O da Mogadişu’daki Deniz Feneri Acil Hastanesinde çalışıyor. “Hastane Yöneticiliği” üzerine üniversite tahsilini Yemen’de yapmış. Belki de hayal bile etmediği bir işi yapıyor şimdi, kendi ülkesinde sağlık sektöründe halkına hizmet ediyor.
Muhammed Nuh’a Türk Kahvesi ikram ediyoruz. İlave şeker istiyor. Sonra da, “Bu kahve için birkaç kilo şeker lazım ki, tatlansın!” dedi.
Meğer Somalililer şekeri çok severlermiş. Çay içerken bardağın neredeyse yarısı şekerle dolu olurmuş.
Nehir kenarında yaşayan bir kabile şekeri o kadar seviyorlarmış ki, bir gün ırmağa çuvallar dolusu şeker dökerek tatlandırmaya kalkışmışlar. Irmaktan bir miktar alıp tadına baktıklarında suyunun şerbete dönüşmediğini görünce bir kaç çuval daha şeker atmışlar.
Suyu tekrar kontrol etmişler, sonuçta bir değişiklik olmadığı görünce, “Attığımız şeker nehrin dibine çökmüş olabilir. İçimizden birisi girip dibe dalsın, şekeri karıştırsın” demişler.
Bir kişi suya atlamış. Herkes merakla beklemeye başlamış. Dakikalar geçtiği halde çıkmayınca, atlayan kişinin yüzme bilmediği anlaşılmış. İkinci bir şahıs hem arkadaşına bakmak (zira arkadaşının aşağıda şekeri yemekte olduğu gibi bir şüphe doğmuş içine), hem de dibe çökmüş olan şekeri karıştırmak için nehre atlamış. Hala da çıkmamış. Meğer o da yüzme bilmiyormuş.
Nehir o gün bugündür eskisi gibi tatsız akıyormuş.
Bu olayın yaşandığı bölge insanının “Şekerzadeler” ya da “şekerzedeler” gibi bir unvanla anıldığı rivayet ediliyor.
Bu olayı anlatan Somalili Muhammed Nuh ülkesine henüz dönmedi.
Yemeklerini sorduğumda etli yemekler dışındaki tüm yemeklere şeker kattıklarını söyledi. Hatta kabağa bal ve süt katarak yapılan bir yemeğin teskin edici olduğunu da hatırlattı. Keza, bildiğimiz türlü yemeğinin bamya da katılarak yapılması halinde mafsalların problemsiz çalışmasına büyük katkı yaptığı bilgisini verdi.
Somalililer Türkiye’den giden yardımlar için bütün hayırseverlere, yardım kuruluşlarına teşekkür ediyorlar. Dualarında hep Türkiye ve halkımız var.
En çok yaptıkları dualardan birisi şöyleydi, “Allah size daha çok güç kuvvet versin de bütün İslam ülkelerine daha fazla faydanız dokunsun!”
Somali’yi hep açlıkla, yoksullukla hatırlıyordum. Artık güler yüzlü, sıcak kanlı insanları ve nihayetsiz şeker sevgileriyle de anacağım onları.
Son not:
Muhammet Nuh’a İstanbul’u nasıl bulduğunu sordum. “Bu şehirde 15 milyon insanın yaşadığı söylendi. Milyonlarca insan karınca misali işine gidip geliyor. Öyle olmasına rağmen bu şehir çok sessiz” dedi.
Mogadişu’da nüfus daha az olmasına rağmen oranın daha gürültülü bir şehir olduğunu hatırlattı.
Hafıza yoklayınca hatırladım ki, 2000 yılında gittiğim Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa da İstanbul’dan daha gürültülü idi.