Sofia…
Her tren gelişte istasyona gel demiştin.
Trenlerden önce geldim Sofia.
Yaz-kış, kar-çamur demedim, yetiştim.
Bir aşk için bu kadarda çekilir mi ya?
…
Sanırım Afşin İmam Hatip Lisesi üçüncü sınıfındaydık. Felsefe, mantık ve psikoloji derslerimizin öğretmeni Necati Demir idi. Hemşehrimiz de olan öğretmenimizi ve anlattığı dersleri de çok seviyorduk. Hocamız hoşsohbet, nüktedan olup edebiyatla da yakın alakası vardı. Bizler, Şofia şiirini ilk kez Necati hocamızdan dinlemiştik. Şiirin yazılı metnini de talep ettik. Bizleri kırmadı ve kendi el yazısıyla bir örneğini verdi ki halen saklarım...
Hocamız bize şiirin kime ait olduğunu bilmediğini ve “anonim” olduğunu duyduğunu da söylemişti. Lakin bu enfes şiiri bir kaç arkadaşım gibi ben de ezberlemiştim. Her türkünün bir öyküsü olduğu gibi Sofia şiirinin de çok özel ve farklı bir hikayesi varmış meğer.
Bize anlatılana göre Adana Lisesi öğrencisi Cemil ve Süheyla -isimleri ben tahayyül ettim- birbirlerini çok severler. Üniversite sınavlarında delikanlı başarılı olamaz ama kız Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde edebiyat bölümünü kazanır. Şiirdeki müstear ismiyle “Sofia” ile delikanlı yani “Cemil”, Süheyla fakülteye kayıt yaptırmaya gitmeden önce aralarında sözleşirler ve mezuniyete kadar birbirlerini bekleyecek ve asla unutmayacaklardır.
Adana’dan trenle Ankara’ya yola çıkacak olan Sofia’yı, gardan yolcu edenler arasında elbette delikanlı da bulunmaktadır. Cemil, arkadaşını yolcu ederken, giydiği elbiseyle onun döndüğü gün de karşılayacaktı. Lakin O’nun varlığını sadece Süheyla, yani sebeb-i şiir bilmektedir. Zira kendisini uğurlamaya gelen, anne-babası, kardeşleri, liseden kız arkadaşlarıyla ve diğer yakınları da o gün Adana Garındadır.
Süheyla, memleketinden ailesinden ve arkadaşından ilk kez ayrı kaldığından, Ankara’da günler, haftalar ve aylar bir türlü geçmez bilmez haldeydi. Haliyle hasreti bir nebze de olsa azaltabilmek için gençler bu dönemde aralıksız mektuplaşır, 1.dönemin sonunu iple çekerler. Cemil yolcunun geleceği zaman yaklaştıkça Adana Garını adeta mesken tutar. Sabah treniyle mi gelecekti yolcu, yoksa akşam treniyle mi? Haftalarca bu soru zihnini zorlar da durur. Ya tren yolda arızalanır yahut kaza geçirirse. Düşünmek bile istemiyor ama Sofia’nın kazada başına bir şey gelirse nasıl yaşayacaktır…
Nihayet beklenilen yolcu bir sabah trenden iner. Karşılayanlar arasında, Ankara’ya uğurlamada olduğu gibi köşede, uzaktan el sallayan Cemil de vardır. Haliyle delikanlı kızın ailesinin yanında görünmez, açıkça kendisini göstermek istemez.
Taraflar ertesi günü iple çekerler görüşmek için. Şehrin uzak bir semtinde buluşur, konuşur hasret giderirler. Fakültenin 1.sınıfı bitti sayılır ne de olsa derler. Zaten diğer yıllarda rüzgar gibi gelip geçecek ve nihayetinde ve kavuşacaklar. Bu görüşmelerde de Cemil’in kıyafeti hep aynıdır yani arkadaşını Ankara’dan dönüşte karşılamak için ilk gün giydiği elbise. Zira başka bir elbise giymek istemez Sofia’yı gördüğü yahut beklediği zamanlarda.
Her ne ne kadar söz verilmiş olsa da birinci sınıfın ikinci döneminden itibaren Ankara’dan Adana’ya gelen cevabi mektuplar önce seyrekleşir, akabinde iki mektuba bir cevap ve sonrasında da cevapsız kalırlar… Yıllarca mektup bekler Cemil. Şayet son yazdığı mektuplardan birisine karşılık alabilse ne çok cümleleri vardı kağıda dökmekte sabırsızlandığı. Tıpkı söylenecek sözlerin boğazına tıkandığı gibi mektuba yazacağı kelimeler de zihnine takılı kalmaktadır adeta…
Öte yandan Cemil verdiği söz sürekli hatırındadır. Çünkü Süheyla kendisine “Her tren gelişte istasyona gel” demişti. Delikanlı sözüne sadık kalmak ve Süheyla’yı herkesten önce görmek amacıyla, “trenlerden önce gelmektedir” Adana Garına. Aylar ayları, yıllar yılları kovalar ve sonunda öğrencimiz fakülteden mezun olup memleketine döner.
Cemil ise bu dönemde Sofia’dan uzak kalmak ve mektuplarına da cevap alamadığından, tüm düşüncesini Süheyla’ya kavuşmaya odaklar. Böylece Mecnun’un Leylasını aradığı çöllerde gibi O’da Süheyla’yı beklemek adına Adana Tren Garı’nı mesken tutar. Ve gelecek yolcuyu görebilmek amacıyla, yaz-kış, kar-çamur demeden beklemeğe başlar. Yıllarca kışın soğuğuna yazın sıcağına katlanır gelecek yolcunun hatırına…
Cemil artık garda hamaldır, Sofia’yı başka türlü görme imkanı bulamayacağı düşüncesiyle ve Süheyla’yı beklediği ilk gün giydiği elbise her ne kadar eskimiş olsa da halen üzerindedir. Nice zaman geçer aradan ve bir yaz günü sabahın seherinde, simasında baharda açan güllerin mahmurluğuyla trenden beklenilen yolcu inmektedir. Delikanlı koşup elindeki bavulları alarak gideceği yere kadar taşır. Sofia, valizleri taşıyanın Cemil olduğunu bilmez, kendisine yardım eden “hamal”a ücretini öder. Cemil ise parayı alıp almamakta başını kaldırıp Süheyla’nın gözlerine bakıp bakmakta kararsızdır ve gözleri yerde sessizce uzatılan parayı alır…
Sonraki aylarda Sofia Adana Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak göreve başlamıştır. Bir gün okulda, lise öğrencilerinin katılacağı şiir yarışması düzenlemiştir. Arkadaşını uzaktan da olsa takip eden Cemil yazdığı şiiri yeğenine vererek yarışmaya katılmasını sağlar.
Sofia…
Her tren gelişte istasyona gel demiştin.
Trenlerden önce geldim Sofia.
Yaz-kış, kar-çamur demedim, yetiştim.
Bir aşk için bu kadarda çekilir mi ya?
Her zaman aynı yerde demirliyordum.
İnenleri, binenleri birer birer saydım Sofia.
Emin ol senden güzelleri de vardı.
Fakat ben seni seviyordum.
Bu kadarda beklenir mi ya!
Seni beklediğim ilk gün giydiğim elbisenin rengi soldu.
Düğmeleri döküldü birer birer Sofia.
Gelince beni tanıyamazsın.
Ne olduysa gençliğimde bana oldu.
Sen birini daha bulursun ya!
Bekleme salonunda bir kız vardı saçları uzun.
Sana benzer bir tarafı yoktu bu kızın Sofia.
Bakışı gülüşü vardı senden âlâ.
Daha neleri vardı o domuzun.
Ama bunlar sana söylenir mi ya!
Geceleri fenerler yanardı makas başlarında.
Gözlerini hatırladım Sofia.
Beş yolcu treni gelirdi bu istasyona.
Birinde gelmedin bari birinde gelseydin ya!
Nihayet beklediğim bir trenden indin.
Valizini ben taşıdım Sofia.
El açtım ekmek parası için ben sana.
Dün Adana Garı’nda elini öpen bendim.
Beni unuttun, insan aşkını unutur mu Sofia!
Öte yandan birkaç yıl önce yani şiiri ilk duyduğum günden 35 yılı aşkın bir süre geçti ve hukuk fakültesinden sınıf arkadaşlarımızın bulunduğu bir whatsap grubunda, Sofia şiirini paylaşıp anonim olarak bildiğimi de ekleyip “şiir hakkında malumat sahibi olun var mı” diye sordum. Meslektaşımız Saadet Hanım, şiirin bir Rus subayına ait olduğunu yazdı. Sonra da Osmaniye/Bahçe’de öğretmen olan ve şiir kitabı bulunan Cemil Cahit Farsakoğlu’nun da bu şiiri kitabına aldığını ifade etti.
Konuşu araştırmaya başladığımda aynı isimli şiirin birden fazla şairinin olduğunu tespit ettim. Rus subaya ait olduğu söylenen Sofia, serbest vezinle yazılmış ve 21 mısra olup, yukarıda paylaştığım metne göre biraz daha sade ve kısa idi.
İlginçti doğrusu. Ezberimde olan şiirin bazı mısraları hariç Cemil Cahit Farsakoğlu’nun yazdığıyla aynı idi. Farklı olan mısralardan birisi “Dün Adana Garı’nda elini öpen bendim.”, şeklindeki dizenin “Dün Roma’da elini öpen bendim.” şeklinde yazılı olmasıydı. Osmaniye/Bahçe’li olan Cemil Cahit Farsakoğlu, “Adana Garı” yerine “Roma” ifadesini kullanması biraz tuhaf geldi bana. Lakin muhtemelen şiirdeki olayın Adana’da geçtiği bilinmesin diye şair bu şekilde yazmıştır diye düşündüm.
İnternet ortamında bu şiirin Cemil Cahit Farsakoğlu -ki kitabına aldığını düşünürsek gerçekten şiir kendisine ait olmalı- dışında, 4-5 kişi/şair tarafından daha yazılmıştı. Öyle ki bazılarında bu şiirdeki birkaç kelime, bazılarında birkaç mısra, kimilerinde ise kıtalar farklıydı. Daha da dikkat çekici olan bir başka durum da, Sofia şiirini yazanlar asıl şiire göre bir hayli kuşa döndürülmüş olan metin ortaya çıkarsalar da yaptıkları bu işi severek yapıyor olmalarıydı.
Hatta bu “şairlerden” bazılarının yayımlanmış şiir kitabı ve bu alanda almış oldukları şiir ödülleri bile vardı. Asıl şiirde gelen “Adana Garı” diğer bazı metinlerde “Ankara Garı”, bazılarında “Sirkeci Garı” gibi farklı mekanlar olarak görülmektedir. Demek ki bu tren Roma’dan yola çıkmış ve bir çok istasyona uğramış olmalı!:))))
Sosyal medyadaki bilgilere göre ayrıca şiirin farklı baskıları da vardı elbette. Bunlarda genel olarak şiirin ilk mısralarında pek bir değişiklik yok ise de özellikle son bölümünde bir hayli farklı tren garı vurgusu dikkat çekiyordu.
Bunları sıralayacak olursa;
A. S. İlkan isimli şairin yazdığı şirin son kıtası:
Ve yıllar sonra beklemediğim bir trenle geldin.
Valizini ben taşıdım,
El açtım ekmek parası için sana.
Daha dün Sirkeci garında elimi öpen sendin.
Beni unuttun, beni unuttun.
Yazıklar olsun sana, insan aşkını unutur mu.?
Unutur mu ya Sofia.?”şeklinde bitiyordu.
Ş. Şenyurt adına olanında şiir:
“Nihayet beklediğim bir trenden indin,
Valizini ben taşıdım Sofya.
El açıp ekmek parası dilenmek için sana,
Ama sen beni tanımadın.
Daha dün Ankara'da elimi öpen sendin,
İnsan insanı unutur, insan aşkını unutur mu ya?” şeklinde bitiyordu.
Şehzade müstearını kullanan kişi de şiiri:
“En nihayet en nihayet beklemediğim bir trenden indin
Valizini ben taşıdım sofia
Dün Adana Garında sana el açan avuç açan bendim
Beni tanımadın, beni tanıyamadın!
İnsan aşkını unutur mu ya ! Sofia”, şeklinde tamamlıyordu.
Ayrıca Sofia şiirinin bir Rus subaya ait olduğu notuyla da E. Vayvaylı tarafından “antoloji.com” adlı şiir sitesinde 2000 yılında kaydedilmiş. Bu metinde,
“El açtım ekmek parası için ben sana
Dün bu garda beni öpen sendin..
Bu gün unuttun,
Söyle Sofia söyle
Seven unutur mu ya.?” Şeklinde olup, araya diğer metinlerde olmayan bir mısra da eklenmişti.
Belli ki Sofia şiiri ülkemizde “şairler” tarafından pek tutulmuş olduğundan, herkes kendi Sofia’sını yazmış ama asıl şiire de “sevabına” kelime, mısra ve kıtalar eklenmişti.
Nitekim son yıllarda yurdumun insanları beğendiği yazıları kimi zaman başka bir kişinin adıyla sosyal medyada paylaşıyor ya da en asından yazarının ismini silerek, yerine “alıntı” şeklinde yazarak ülkemin kültürel hayatına bir hayli katkı sağlıyorlar vesselam…