Bu soruyu size gittiğiniz kafeteryalardan, lokantalardan başka sizi tanımayan birileri daha sorar. Eğitimine ihtiyaç duyulmayan muavinler… Yanılıyor muyum?
Cervantes’in dediği gibi: İnsan eğitimle doğmaz ama eğitimle yaşar.
Bu yıl 23 Nisan gösterilerinde en çok ilgimi çeken Zihinsel Engelli öğrencilerinin müthiş gösterileriydi. Gıpta ettim öğretmenlerine. Eğitimle nelerin başarılacağının kanıtıydı.
Henüz uçak alamadığım için –önce araba almak gerekiyor sanırım- yolculuklarımın büyük kısmını otobüsle yaparım. Bu bir yazar için, gözlemleme, düşünme ve yazmaya da imkân sağlar bilirsiniz. Ben yolculuklarımda bile yazmaya çalışan garip bir tipim.
Bu yazımda skandal muavinlerden, yanlış film açanlardan bahsetmeyeceğim elbet, her mesleğin içinden yüzkaraları çıkıyor, biliyoruz.
Yolculuklarım esnasında o kadar çok muavin gördüm ki hostesler için ağır şartlar oluyor da muavinler için neden şartlar bu kadar basit diye düşünmekten zaman zaman kendimi alamadım. O şartlar da sanırım, genç olmak, koridorda yürüyebilecek kadar zayıf olmak, Türkçeyi anlaşılır şekilde konuşmak, sakar olmamak, araç tutması gibi bir sorunu olmamak, az çok coğrafya bilgisine sahip olmak, ağır eşya kaldırabilmek, koltukları yatay ve dik duruma getirebilmek, anonsları anlaşılır şekilde yapabilmek, koridorda oturan genç kızlara dokunmadan geçebilmek, iyi kötü temizlik bilgisine sahip olabilmek ve tabi ki seyahat engeli olmamak gibi şeyler olmalı.
Bence bunların yanında adabı muaşereti de biliyor olmalılar.
Size birkaç anımı anlatıp biraz gülümsetmek istiyorum. Hazırsanız… Ama hangi birini…
Iğdır’dan Kayseri’ye yaptığım bir yolculuk esnasında tanıdığım bir muavinle başlayayım. Yolculuk yine uzun. Yanımdaki bayanla bir saat içinde can ciğer olmuşuz. Molaları dört gözle bekliyoruz. O kadar çay içtik ki bu sefer gerçekten molaya ihtiyacımız var.
Otobüste cana yakın bir muavin var. Herkesle o kadar ilgili ki, hiç böylesini görmemiştim doğrusu. Yaşlı amcalara yastık vermeler, ağlayan çocukları agucuklarla susturmalar, iki de bir de millete sessizce bir şey içip içmeyeceğini sormalar… İyi bir ev sahibi idi fakat bilirsiniz biz toplum olarak aşırı ilgiden de sıkılırız. Yolcular artık “Tamam, kardeşim, bir bırak da uyuyayım, su falan istemiyorum, rahatım” diye bağıracak konumda. Bir ara kendisine “Ne zaman mola vereceksiniz?” diye bir soru sorma gafletinde bulunduk. El-cevabın kibarcası: “Lavaboya mı gideceksiniz?” Böyle bir şey beklemiyorduk tabi. Gözlerimizi etrafta duyan oldu mu bakışlarımızla “Onu da düşünüyoruz” diyerek soruyu yeniledik. Ama bütün yolcuların molada indiğimizde ilk nereye gideceğimizi öğrenmesi hiç iyi olmamıştı. Gerçi nasıl becerdiyse arık herkes birbirini tanıyordu. İçten içe bir samimiyet hâsıl olmuştu.
Kayseri dönüşünde otobüse yoldan bindim. Herkes yerine çoktan yerleşmişti. Eşyaları bagaja koymaya inen muavin beni görünce sanki kırk yıllık akrabasını görmüş gibi yüzünde gülücükler açmış samimi bir şekilde bağırmaya başladı; “Aa, sen miydin, niye demedin biz seni kavşaktan da alırdık.” Eniştem bana bakıyor, bir açıklama bekler gibi. “Enişte, şey… Bu bahsettiğim samimi muavinimiz işte. Tevafuka bak, dönüşe de o denk geldi.” Yolculuğumun nasıl geçtiğini tahmin edersiniz artık.
Yakın bir zamanda muavinin biri otobüste herkesi azarlıyor; “Herkes ayakkabılarını giysin, kimse sizin ayak kokunuzu çekmek zorunda değil, astım hastaları var parfüm sıkamıyorum, bu ne böyle ya… Bu kadar da olmaz, kokutup kokutup biniyorsunuz!”
Hakaretten dava açmaya cesaret edecek biri olsa hâkim kimin çorabını koktuğunu anlayacak. Bilemem artık kaç kişi giydi kaçı giymedi ama uyarı tarzı bu olmamalı. Eğitim şart.
27 saat süren bir yolculuğa çıktık ailecek. Binerken neşeli ve endişeliyiz tabi. Bir önceki muavin taşıta ait kulaklıkları eski bir el çantasına sarmadan düzeltmeden tabiri caizse basmış. Yeni muavin çantayı bir açtı, sanki tek başına ve ses geçirmeyen bir yerde… Bağırmaya, küfretmeye başladı; “Allah … versin senin! Bu nedir be! Böyle mi toplanır kulaklık? Allah senin bin türlü…”
Eşim ve ben gerçekten iyi niyetli insanlarız. Muavini o kadar çaresiz görünce, vakitte bol diyerek yardım talebinde bulunduk.
“Getir biz açalım, sen diğer işlerini yap.”
Muavin ikiletmedi bile. Güler yüzlü bir çiftiz çok şükür. Spor çantayı hemen kucağımıza bıraktı. Fermuarı açtık. Açtık açmasına da biz de aynı muavin gibi sinirlendik, şaşırdık, o anda kendimizi kaybettik. Eşimle aynı anda söylenmeye başladık:
“Allah seni nasıl biliyorsa öyle yapsın muavin!”
Ardından gülme krizine yakalandık. Bir iki saat sonunda kurtarabildiğimiz kadarını kurtardık ama kulaklıkların çoğu rahmetli oldu.
Velhasıl otobüs anıları sadece muavinlerle sınırlı değil tabi.
Ben buradan başlayım dedim. Sadece soru sormayı bilmek yetmiyor. Üstelik bazıları soruyu da yanlış soruyor.
Ne alırsınız efendim?
Bu soruyu size gittiğiniz kafeteryalardan, lokantalardan başka birileri daha sorar. Eğitimine ihtiyaç duyulmayan muavinler… Yanılıyor muyum?
Çıkacağınız her yolculukta kazasız belasız sevdiklerinize ulaşmanız temennimle...